scale up vize
vize

Arpalık Göçü Belgeseli Londra'da gösterilecek

İNGİLTERE 24.02.2020 - 02:03, Güncelleme: 24.02.2020 - 02:03
 

Arpalık Göçü Belgeseli Londra'da gösterilecek

"Arpalık göçü ve şehitlerimize saygı" programı ve belgesel gösterimi Londra'da 12 mart'ta Yunusemre Enstitüsünde 18:00 ile 20:00 arasında olacak.
Kıbrıs Türklerinin 1964'te yaptığı zorunlu göç belgeseli İngiltere'nin başkenti Londra'da Yunusemre Enstitüsünde 12 Mart'ta gösterilecek. GAU İletişim Fakültesi Dekanı Doç.Dr. Neriman Saygılı ve Basın Yayın Bölüm Başkanı  öğretim üyesi, yardımcı doçent doktor Muharrem Özdemir Belgeselin gösterimi için Londra'ya geliyor. Yönetmenliğini Girne Amerikan Üniversitesi İletişim Fakültesi Basın Yayın Bölüm Başkanı ve öğretim üyesi, yardımcı doçent doktor Muharrem Özdemir'in üstlendiği “Göçün Hikayesi Arpalık” Belgeseli KKTC'de 21 Aralık 2019 saat 17:05’te BRT ekranlarında gösterildi. Acı Göçün hikayesi belgesel olarak yayınlandı. Girne Amerikan Üniversitesi İletişim Fakültesi Basın Yayın Bölüm Başkanı ve öğretim üyesi, yardımcı doçent doktor Muharrem Özdemir "7 Şubat günü O tarih yıl dönümü olduğu için göçün hikayesi ve şehitlerimizi anmak amacıyla bir belgesel hazırladık, bu belgeseli Kıbrıs BRT televizyonu işbirliğinde hazırladık. Tüm Dünya'ya haklı mücadelemizi ve sesimizi duyurmak çekilen acıları hatırlamak, Şehitlerimizi unutturmamak için böyle bir çalışma yaptık. 12 Mart'ta İletişim Fakültesi Dekanımız Doç.Dr. Neriman Saygılı ile birlikte Londra'da belgeseli ve acı göçün hikayesini paylaşacağız." Dedi. 1963 yılında “Kıbrıs Türk Mücahidinin Sesi” sloganıyla yola çıkan BRT ve KKTC’nin ilk özel üniversitesi olarak eğitim hayatına başlayıp dünyanın dört bir yanına mezun ettiği öğrencilerle gönüllü eğitim elçileri göndererek Kıbrıs Türkünün haklı sesi olan Girne Amerikan Üniversitesi işbirliğinde tarihe ışık tutan yeni bir belgeselimizi daha bitirdik. “Göçün Hikayesi Arpalık” belgeselimize kimler ses vermedi ki? Teknik ekipte BRT’den değerli arkadaşlarım Tunç Bayraktar ve Nazime Kızıltaş yer aldı. Seslendirmeyi değerli dostum Burhan Canbaz üslendi. Müziğini değerli dostum Ferhat Atık’ın katkılarıyla Ney’in üstadı Hakan Mengüç besteledi. Danışmanlığını GAU Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Ulvi Keser ve İletişim Fakültesi Dekanı Doç.Dr. Neriman Saygılı yaptı. Koordinatörlüğünü ise iki değerli kardeşim Nazmi Pınar ve Simge Özekler Erdal üslendi. Şehitlerimizin fotoğraflarını bizlerle paylaşan Gürsel Benan Hocamıza ve isimlerini sayamadığım, unuttuğumuz tüm dostlarımın affına sığınarak gerek fikirleriyle gerekse emeğiyle destek sunan tüm dostlarıma teşekkür ediyoruz. Londra'daki belgesel gösterim Programına destek veren ve düzenleme komitesinde olan isimler şunlar. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Londra Temsilcisi Oya Tuncalı, Londra Yunusemre Enstitüsü başkanı Mehmet Karakuş, Kıbrıs Türk Dernekler Konseyi başkanı Leyla Kemal, Sekreteri Ertuğrul Mehmet, Global Business management başkanı Nuri Bulgurcu, Doç.Dr. Neriman Saygılı Girne Amerikan Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı ve belgeselin danışmanı, Yrd.Doç.Dr. Muharrem Özdemir, Girne Amerikan Üniversitesi İletişim Fakültesi Basın Yayın Bölüm Başkanı ve Öğretim Üyesi (belgeselin yönetmeni), Kıbrıs islam Cemiyeti El Haşim vakfı başkanı Hüseyin Haşim Bakayı,Turkish press news genel yayın yönetmeni İsmail Karakaş Londra Manşet gazetesi genel yayın yönetmeni Ziya Emir. Arpalık Göçü Belgeseli Londra'da gösterilecek   Yunusemre Enstitüsünde 18:00 ile 20:00  12 mart  Adres: 10 Maple St, Bloomsbury, London W1T 5HA   Katılım ve bilgi için İsmail Karakaş Email: info@turkishpress.co.uk  Tel:00447508855030 GÖÇÜN HİKAYESİ: ARPALIK 7 Şubat 1964​EOKA, SALDIRI, YIKIM, ACI Yer: Arpalık Köyü  - Sadece sıradan bir göçün hikayesi değildi bu. Basit bir göç yaşanmadı. Ölümün kol gezdiği 1963-1974 Rum saldırıları sonucu yüzlerce köyü boşalttı Kıbrıs Türkü. - Evlerimiz yakıldı. Anılarımız yok oldu. Göçerken geride çocukluğumuzu, anılarımızı, toprak kokulu sokakları ve yüreğimizdeki boşlukları dolduramayacak kadar derin izler bırakan canlarımızı bıraktık. - İşte bir göçün hikayesi. Erdoğan Arpalıklı; - 21 Aralık olayları başladığı zaman köydekiler, mücahitler hepsi köklü üreticilerdi. Ürünlerini toplar bir İngiliz vasıtasıyla Lefkoşa, Selimiye Camii’nin yanına gönderir ve Lefkoşa’daki mücahitlere gıda yardımı yapardı. Esas mesele buranın başının altından çıktı. - Lefkoşa’ya giden bu kaynağı kesmek için köyü nasıl kaldıracaklar onun hesabını yapmaya başladılar. İngiliz askerlerini de yasaklayamadıkları için. Çünkü İngiliz köyde ne üretilirse, sütleri alıp Lefkoşa’ya götürürdü. - Tam bu sıralarda işte çobanın birini ovada gaçırttılar. Hiç suçu olmayan Arpalık’la Dalya arasında bir arazide gaçırttılar çobanı. Dalli destebanı ile bir Rum. Gene arkadaşları onun. Stokko Rahmetli Fikret’i kaçırdılar ve öldürdüler. - Davar gece eve geldi. Ertesi gün biz onun şeylerini dağacığını, topuzunu falan ovada bulduk. Gaçırıldığını anladık. Zaten o sıralar hep gaçırma yaparlardı. Piroyi Köyü’nde de başka 2 kişiyi öldürdüler. Bunlar hep planlı hareketlerdi. Her uzaktan başladılar yakına doğru gelmeye başladılar. - 6 Şubat 64 sabah orda bezelye toplamaya gittiler. Orda gelen Rum polisleri bunları kovmak istedi. Tabii Fikret’in şeyinden hazırlıklı olanlar olduğu için, mücahitler de bunlara karşı çıktı. Orda çatışma oldu.   Kemal Büyükoğlu; - Gittik bezelye toplamaya bahcada. Rumlar da geldi, polisler vardı. Rumların motorları (su motoru) vardı. Köylerine su giderdi. Biz bezelye toplarken, onlar da geldi: Tam teslim olmamızı söylediler. Biz de silahlıydık. Karşılaştık, çarpıştık, geçtik. - Ondan sonra döküldü, köyün her tarafına, şeyler, Rumlar. Erdoğan Arpalıklı; - Rumlardan birkaç tane yaralı oldu. Bizimkiler de gaçtı, köye geldi. Mücahitler, bezelye toplayanlar da. Bir saatin içinde, bir saat bile sürmedi. Bütün etraf köylerdeki Rum EOKACI’ları köye hücum ettiler.   Aysel Dizliklioğlu; - 1964 Perşembe günüydü. Sabahlayın kalktım. Eşyaları traktörün üstüne göydüm. Bahçaya gidecektim. Ama mutlaka av tüfeği traktörün arabasına gonurdu. Bir korku vardı. Etraf köylerde. Bir de baktık etraf sarılmaya başladı. Köyü sarmaya başladı Rumlar. Baktık Finli askerler, her şey. - Ne oluyoruk diye şey eddik. Gene ben av tüfeğini aldım, pencerenin arasından şey ettim de. Rumları öldürecek mişim. 16 yaşında. - Onlar her tarafa sarıldı. Sarıldığı zaman arada ben böyle, Finlilerin arasında bir çez çekerdik. Şeynan. Annem beni tutardı, saçımdan ya elbisemden çekerdi. Fırsat vermezdi. Abimler yukardaydı. Hepsi ondaydı.   Erdoğan Arpalıkı; - Hanaydaydık biz. Gadin, Bodamya ve yani güney, güney batı ve batıdan gelen yollara hâkim bir evdi. Biz oradaydık. O evden direndik. Esas çatışmalar zaten o evde oldu. - Rumların yaklaşmaya çalıştıkları ve yaklaşamadıkları o eve giremediler. Ve onları şey ettiler. Kayıplarını en çok orda verdiler Rumlar. Ama çoğunu biz vurmadık, onu söyleyeyim size. Ama gene de gendi gendilerini vurdukları vardı. - Onlar gayıplarını şu gadar bu gadar der ama bizde zaten o gadar mermi yoğudu. Neyidi yapacağımız. Gelen nüfus gerçekten cesaretleri olsayda saldırsa. Bizi su gibi boğarlardı. Ama cesaretleri yoğudu onların da. Onlar da acemiydi. Giremediler köye. - Bir mahalleye girdiler. Onu da yaktılar. Mulla dayının öldüğü evleri orada yaktılar. Aşağı yukarı 9- 9 buçuk gibi. Köye girdiler. Her taraftan ateş etmeye başladılar. Epey saat direndik. Hücum ettiler, bütün gün. - Bir mahalleye girdiler o gün de yağmur da yağdı. Bütün çitleri falan yaktılar. Bir dumanın içinde. Hiçbir şey görünmezdi. Göz gözü görmezdi. - O çarpışmalarda biz 5 şehit 6 yaralı verdik. Yusuf orada golundan yaralandı. Golu kesildiydi. Onu kurtarmak için çektim aldım kucağıma yatırdım ve gömleğimi kesip bandaj yaptım. Kol burdan koptu. İki şeycik, ip tutardı kendini. - Sallanırdı. Kemik dağıldı. Ordan gelen mermi parçalarından biri sekti da ayağıma ve elime girdi. Ama ona rağmen Yusuf’un goluna bandajı yaptım. Sonra akşamüzeri verdik şeye, İngiliz askerlerine de götürdüler Dikelya’ya. Ordan getirdiler galiba, Türk tarafına. Kolunu kestiler Yusuf’un.   Aysel Dizliklioğlu; - Bir de bakarım pencereden Küçük İsmail şehit olmuş. İsmail’i gördüm.   Erdoğan Arpalıklı; - Diğer şehitlerimiz bizim altımızda vuruldu. Biz hanaydaydık. O bizim alt tarafımıza biri girmesin diye dururdu. Av tüfeği ile son yaklaşma şeyiydi. O da orada vuruldu. Şehit oldu. - Rumlar işte o mahalleye girdi. Ve o mahallede rahmetli Mehmet’i, Mehmet Hüseyin. Makineli tüfekle böyle çapraz, stavroz yaptılar göğsüne. Öyle öldürdüler. - Mulla dayı zaten 90-95 yaşında bir adamdı. O da yanındaydı. Bir de Mulla dayının oğlu Ali. 3’ünü aynı yerde makineli tüfeğinen daradılar da şehit oldular. - Ama o gün çarpışma başlar başlamaz, İngiliz askerler gelmezden, köyde 2 tane Rum vardı. Costa ve Sofra. Biri görmez biri duymaz. - Tam bizim savunduğumuz hanayın sol tarafında kalırlar. Yani ateş ortasında kalacak olan şey, ev. - Bunlar duymaz da görmez de. Çıkarlar avluda gezerler. Her taraftan mermi gelir. Ve bizim arkadaşlar bunları aldı. İngiliz akerlerine verdi. Goydular zırhlıya. Gaçırın bunları. Ondan sonra diyecekler ki Türkler öldürdü bunları. Yaşlı gadıncık, görmez, duymaz. Gocası da öyle. Gaçırttılar bunları. Şeye bilmem. İngiliz askerleri gaçırttı. Nere götürdü bilmem. Sırf köyde ölmesinler diye. Biz da bunu da yaptık ha. - Gece olunca, Rumlar çekildi. Gece garanlığından istifayla 2 kişi Akıncılara gitti.   Aysel Dizliklioğlu; - Nadire abam rahmetlik onun evine toplandık gece. Gece onun evine toplandığımız zaman her an beklerdik yani. Evler yanmaya başladı. Şey etti. Her taraf şey içinde. - Ertesi gün sabah oldu. Sabah olduğu zaman Luricina’dan yardım geldi. Luricina’nın (Akıncılar) gençliği.   Erdoğan Arpalıklı; - Akıncılar’dan takviye de aldılar. Yolları tuta tuta köye geldiler. Akıncılar Köyü’nü boşaltma kararı aldık. Kaçırabildiğimiz hayvanlarımızı, eşyalarımızı. Ne gaçırabilirsek. O gün 7 Şubat sabahı. Köyü boşalttık.   Kemal Büyükoğlu; - Toplandı ahali. Kimsi davarıynan, kimisi eşeğiylen, kimisi arabası, kimisi anlarıynan. Aldık yolu.   Aysel Dizliklioğlu; - Ben gene hiç çıkarmadım belciğimden şeyi, gargılığı. Av tüfeği. Birazcık da şeydik öyle. Yani nasıl deyim, cesaretliydim. Ailenin de (tek), büyük çocuğu olduğum için birazcık o cesaret vardı. - Luricina’dan şeyettiği zaman. Yardım geldi. Gençlik vardı. Ben de elimde av tüfeğim, belimde, elimde şey, gargılığım belimde, kadın çocukları topladım. En önde ben Luricina’ya gideceyik. 9 km gittik.   Kemal Büyükoğlu; - Evlerimiz kaldı. Olan malımız galdı. Her şeyimiz galdı. Fikriye Büyükoğlu; - E bize biraz pohcacık aldık. Çocuklarımızın urbacıklarını. Luricina’ya gidecekmişiz dediler. E bizim çok bir şeyimiz yoktu. Çocukların eşyalarını aldık. Bindik hayvanlara. Gidiyorduk. - Sonra adam dedi. Be ha gardaşının arabası buraşda. Bin da git arabaya. İndirdi beni çocuklarla. Godu arabanın içine. - Kamyon yani. Arkası açık. Çıktık yola. Nenem de vardı, yaşlı gadın. Annem de. Hepsi bindi. Yolda ne buldularsa attılar arabanın içine.   Erdoğan Arpalıklı; - Gittik Akıncılar’a. İltihak ettik. Barış Gücü asker, sağda, solda gezerdi. Bakardı yani. Ama Rum yoğudu ha. Hepsi gaçtıydı. Biz de Akıncılar’a gittik. Galan köylüler. Mecburen oraya sığındık.   Fikriye Büyükoğlu; - Luricina’ya gittik. Biz bir gün, bir gece. Çocuklar aç. Bütün gün gapalı. Magarına bişirdiler. Hellimsiz. Birer gaşıcık goydular. Vallahi bal oldu. Çocuklar yedi.   Erdoğan Arpalıklı; - Gittiğin yerde ne kadar bize iyi bakarlarsa baksınlar, ne kadar iyi şederlerse. Üretimden kopan, ele bakan, Kızılay yardımları olmasa biz neyi yaşayacaktık. - Akıncılar içinde 8-9 köy toplandık. O insanlar ne kadar bakabilecek. Çorba yesen gene karşılayamaz.   Dr. Fazıl Küçük; - Makarios, Grivas, müşterek EOKA harekâtı. Kıbrıs Türk’ünü çok zor durumlara düşürüyordu. Bizim tek dayanağımız, yardım isteyebileceğimiz, Anavatanımızdır.   Aysel Dizliklioğlu; - Köyümüzü terk ettik. Tabii evlerimiz hep yandı. Şey etti. Verdiğimiz şehitler, yaralılardan üzüldük. Hele de küçük İsmail’ler. Gördüm İsmail’i. Gördüğüm zaman hiç bu başımın şeyi yoğudu. - Savaş abisi gucağında dutardı gendini. O an ne olduğunu anladım.   Zehra Büyükoğlu; - Babamın kuzeni olan İsmail’dir. Sürekli bahsedilen 11-12 yaşlarındaymış. Yanlış hatırlamazsam eğer. Kapıyı açtı, dışarı çıkmak istedi. Bakmak istedi galiba. Ve başından vuruldu. Annemin anlattıklarından. Ve şehit oldu.   Aysel Dizliklioğlu; - Ertesi gün Dr. Küçük geldi. Gelirkenden köye hep topladı gençliği. Benim bir kahraman gızım vardı dedi. O gızımı isterim, şey deyim. Ve Dr. Küçük sarıldı üstüme. Ondan sonra Dr. Küçük mana manevi gızım derdi.   Mehmet Büyükoğlu; - Benim kafamda şimdi bir savaş göçü var. Bir de işte bir yerden bir yere göç yani. Gitmek yani. Savaş göçü kötü bir şeydir. Allah kimseye vermesin. - Hiçbir ülkeye vermesin. İnsanlar ölüm, evsizlik, sıkıntılar. Biz onları yaşadık, gördük da.   Fikriye Büyükoğlu; - Kötü bir şey. Acı. Her şeyini bıragın arkanda. Üzülün tabii. Tavuklarımız vardı. Havlularımız dolu. Bıraktık. Bizim başka bir şeyimiz yoğudu. Hayvanları olan gattı önüne gitti. Ama çok şükür canımıza bir şey olmadı.   Zehra Büyükoğlu; - Göç deyınca, yani hiç güzel bir şey hatırlamaz insan. Göç, çok kötü. Bence en kötü şeydir hayatta. Kötü şeylerden biridir daha doğrusu. - Bir yerden kopmak yani. Zorla koparılmak aslında. Göç etmek, bir yerden bir yere gezme de bazen göç etmektir işte. Konaklayarak gezmek de göçmektir. Ama bir yerden koparılmak. Savaş zoruyla koparılmak elbette acı.   Fikriye Büyükoğlu; - Kötüdür tabii. Doğduğun, gocadığın, büyüdüğün yer. Gaçmak, biraz zordur.   Erdoğan Arpalıklı; - Rahmetli peder bana ne dedi bilir misiniz? Seneler sonra. Oğlum dedi, ben sütü hayvanlardan sağar. Kovaynan gelir tencereye boşaltırdım. Ve size sütleri öyle hazırlardım. Ama bu şeye düşünce. Göçmenliğe düşünce paketinen süt almaktan, galbim de dayanmadı. - Kovayınan süt alan adam dedi, gidip küçük paketçiklerle süt alıp çocuklarına içirmesi ne kadar ağır geliyor. Onu büyüyünce anlayacaksın. İşte işin gerçeği budur.   Mehmet Büyükoğlu; - Savaşların kötü bir şey olduğunu gördüm. O yaşadığıma ancak. Çocuk olduğum için hatırlıyamadığım bir şey. Sadece resimlerde gördüm. Çünkü 4 yaşındaydım o dönemde. - 64’ün sadece bu resim anısı. Üzücü bir olay. Çünkü insanların göçmen olması çok kötü bir şey.   Fikriye Büyükoğlu; - O fotoğrafı gayınım vardı. Mandırez’de galırdı. Hanımıynan, gaynanasıynan, gaynatasıynan gelirdi bize gece. Bir gün der, yenge bir resim buldum çöplükte. Ve sizin resminizdir der bana. Öyle bir sevindik. Derim, getir be bakalım, görelim. - Getirdi o dergiyi. İngiliz dergisini. Bakarık hakikaten biz. Yani köyden gaçarken, o kamyonun içinde olduğumuzu. Ben yani hemen anımsadım. O gün geldi aklıma. Yani şu giderdik gamyonda. Hala daha içimizde gorku vardı. Ben aldım çocukları. Birini gucağımda, biri daha böyüğüdü. Korktu. Onu çektim gucağıma. Hep öyle yani işte. Üzüntü içinde. Kimisi ağlardı, kimisi sızlardı. Ben de çocuklarınan. Ağlama annem, gorkma annem. İşte öyle gittik. - Bir de zayıf İngilizcik oturur damın üstünde. Gambirasında arabanın. Habire resim çeker bizi. Ben de canım sıkıldı. Dedim gösterecek bizi bu dünyayı. Her taraf görecek bizi, tanıdık. Çektim saçlarımı hep yüzüme, gözüme. - Sonra şimdi derim, keşke açsaydım yüzümü da. Gençliğimi görürdüm, bak ne güzel.   Zehra Büyükoğlu; - Bu fotoğrafı yıllar sonra gördüğümüzde çok heyecanlandık. Annemi, gençliğini görmek. Bizim gendi bebek halimizi görmek. Ondan sonra, bu fotoğrafla ilgili zaman zaman annem bize hep böyle, köyümüzle ilgili şeyleri anlatırdı. Özellikle işte, kaçışlarını, yaşadıklarını, Rum- Türk çatışmasını, neler olduğunu. - Ama fotoğrafı gördükten sonra daha da hayalimizde biz canlandırmaya başladık, o kaçışı. Çünkü ben o zamanlar bir yaşında bile değildim. - Zaman zaman işte bu kaçışların bize eminim ki çok psikolojik olarak çok etkileri oldu. Biz savaş çocuklarıyız, sonuçta.   Fikriye Büyükoğlu; - Ne akılları keserdi. Biri 11 aylık, biri 2 yaşında, biri 3 yaşındaydı. Gorkardı o biraz. Gorkma annem aha gidiyoruk, derdim, falan. O büyücek aklı keserdi, görünce insanları şu ağlardı, şey eder, o da ağlardı. Gorkardı.   Fatma Özdalili; - Savaştan ötürü gaçmak, zorla köyünden koparılmak. İşte o 63 hadiselerini apaçık, yani, gösterir. Gaçarken köyümüzden. Yani hatırlamasam da, en azından yaşanmış bir olay.   Mehmet Büyükoğlu; - 74’den uzun süre sonra gördük o resmi, ben. Daha önce 64-74 arası bu resmi hiç görmedim. Zaten biz 64-74 arası, işte, Köşkliçiftlik, Göçmenköy’de büyüdük. Köylerimiz işte Akıncı’larda, falan filandı. Biz fazla bu köyle ilgili bilgimiz yoktu. Ama 74’den sonra, Akçay’a yerleştikten sonra köylülerimizden orda işte savaşın nasıl olduğunu, köyde neler olduğunu, falan ordan duyduk. İşte resim de çıkınca ortaya. Ve işte biz olduğumuzu öğrendik.   Zehra Büyükoğlu; - Çok iyi hatırladığım bir anım var benim. Kendi adıma söyleyim. Kardeşlerimin de belki de olacak. Biz ilk göçmen olduğumuzda Dereboyu’nda, Köşklüçiftlik’te bir evde kalıyorduk. Ve Rum sınırıydı orası. Ben tabii gene 1, 1.5, 2 yaşlarında falandım. Muhtemelen ya da en fazla 3. Rum askeri geldi dediler, biranda. - Ben tabii çok küçüktüm. Kardeşler, arkadaşlar, herkes koşmaya başladı. Ben en argaya galdım. Ve bu işte. Savaş psikolojisinden olsa gerek diye düşünüyorum. Büyüdükten sonra bunu düşündüm. Ama demek ki o gadar çok etkilediki bizi, hala daha aklımda. Nasıl eve kadar, belki de 200-300 metre falandı evimize. Ama o koşmayı, o kaçışı hiç unutmam. - Eminim ki, işte annem, babam, bizim büyüklerimiz. O benim düşünün, küçücük bir kaçış, ne kadar benliğime işledi. Ama ailenin o top yekün evini, yerini, köyünü, hayvanlarını bırakıp kaçışın izleri, eminim onlarda çok daha fazla vardır.   Fikriye Büyükoğlu; - Yani o korku başka. Göç ederken de ayrı. Çok göç ettik yani biz. Bir sürü cıradan gaçtık. Başka yere gittik. Ondan Lefkoşa’ya gittik. Lefkoşa’dan bir kötü yere göç ettik. Onlar başka da. Bu köyden gaçarken gene çok kötüydü yani. Üzüntü.   Mehmet Büyükoğlu; - Arpalık’tan Akıncılar köyüne göç ettiğimizde sadece anımdan işte, böyle kerpiç evlerin olduğu, insanların bizi evlerine, evlerine değil de samanlıklarına, hayvan barınaklarına bizi yerleştirdiklerini anımda var. - Bir de biz Akıncılar köyünden (aya) Dilekkaya köyüne geçtik. Orda da anımsarım, hatırlarım. Gene aynı şekilde göçmen bir evlerin şeyine girdiydik. - Annem bana taşlara yemek gordu ve şu anda o tepe anımdadır sadece. Tepenin yerini dahi bilmem. E o tepeye 4-5 yaşında çocuk. Savaş içinde. Annem beni yollardı ve yemek götürürdüm, babama. Onu çok iyi hatırlarım. Yani o kötü günleri hatırlarım.   Zehra Büyükoğlu; - 74’ten sonra gidemedim Arpalık köyüne, köyümüze. Doğduğum köye. Ama 74’den hemen önce, dayımlar gelmişti. İşte, annemi ziyarete falan. Ben de böyle hemen hazırladım çantamı. Koça’da gittik. Nenemin ve teyzemin kaldığı yer orası. - Ordan geçerken, Luricina’dan uğradık. Dayımlar var orda yaşayan. Ordan da Arpalık’a geçtik. En çok hatırımda kalan, kısım o. Yani büyüdükten sonraki en çok hatırımda kalan kısım o. Çok çok heyecanlandım. Hiç unutmam. Hatta evimize götürdü dayım, beni gösterdi. İşte, galdığımız eve. Doğduğum eve. - Ve ben şey geçirdim içimden. Allahım süpürgeyi getirsek, süpürsek, evimiz yani böyle falan. Çok fazla şey oldum. Aidiyet duygusu herhalde. Orayı hissettim. Yani, çok fazla galamasamda. Hissettim. Her taraf yıkıkdı. - Evimiz de yıkıktı. İşte, her taraf yıkıktı. Bir tek dayımınan, işte, halamın galdıkları bir ev vardı. O da beton. Galiba köyde tek beton ev oydudu. Orda, işte, oyalandık, biraz yemek, bir şeyler yedik dayımda. Onun dışında ben köye gidemedim.   Mehmet Büyükoğlu; - 70’lerde bir köye dönüş olduydy. İşte, köylülerimizden bazıları gitti. Hayvancılık yapardı. O köye tekrar gitti. Ama o güne kadar biz hiç gitmemiştik. Bir gün Akıncılar’dan, dayım orda hayvanları vardı, oraya gidecektik. Traktörün römorkunun arkasındaydık. Ve gittik köye. İşte köy kırık döküktü de şimdi tamamen silindi, köy. Bina falan da kalmadı. Ama tarihi birkaç tane kilise vardı, bina var. - Ve ben gittiğimizde o gün hiç unutmam. Rum polislerini görünce çok müthiş bir korku hissettim. Ve dayımla hep beraber traktörle gaçtık. Yani ordan. Ve o gece köye gittiğimde, ki Lefkoşa’da doğan, polis olan kardeşim Ahmet, orda doğmamasına rağmen gece uykusunda kalktı ve “oh oh ne nefis, Arpalık taşları”diye bir gece gendi gendine gonuşurdu çocuk. Yani ben ondan 5 yaş büyüyüm. Ve o anıyı hatırlarım. - Yani o köyde doğmamasına rağmen. Bizimle gittiydik işte. O korkudan sonra gece Arpalık daşları, oh oh ne nefis ne nefis diye çocuk şey yapardı. Böyle bir anımız vardı köyle ilgili.   Erdoğan Arpalıklı; - Giden çocuklar bana resimleri getirdiler. Köy diye bir şey yok. Köyde Osmanlı zamananından galma bir mezarlık varıdı. Oyma taşlar vardı öyle. 1571’de şehit olan şeyler vardı ya, Türk askerleri. Onların mezarları vardı. Kimi Serdar, kimi bilmem ne. Başlarındaki oymaya göre daşların şekli ona göreydi. Ve erkekler de vardı. O taşlar hepsi gayboldu. - Cami varıdı, cami gayboldu. Okul varıdı, okul gayboldu. Son köyde galan bir tek beton ev. Onu da yıkamadılar. O gadar sağlamıdı ki. Onu yıkamadılar. - Öteki, gene bizim Türk mezarlığı vardı. Onu da yıktılar. Sürdüler tarla yaptılar. Ne ağaç var ne bir şey var. Ağaçlar da yoktur, köyde yoktur. Sadece eski kiliseler var. Onlar durur, restore ettiler. - Yukarıda tepenin üstünde yeni yapılmış ilkokulumuz varıdı. Onun tavanı, mavanı yoktu. Sadece o durur. Bir de Rum ilkokulu var gene yamaçta. O durur. Başka yok, köyde bir şey.   Zehra Büyükoğlu; - En çok, işte ailenin, biz tabii o dönemleri hatırlayamadığımız için. Benim için en çok ailemin ne hissettiği. Çünkü büyüdükten sonra insan gendide farklı farklı düşünce oluşur. Kendini onların yerlerine koyar. Ne kadar çok acı çekmişler ne kadar kötü günler yaşamışlar. - Evlatları bir yanda, kardeşleri, eşi. Herkes, her şey, darmadağın. Yani gördüğümde ben mesela insanlar büyük, küçük, yaşlı, kimisi ölmüş, kimisi yaşayan. - Mesela o fotoğrafta bizim hayvan bile var. Keçi falan var. Yani öyle hatırlarım gördüğüm kadarıyla. İnsan işte, bir yerlerde, bir şeyler bırakıp, cansız da olsa bırakıp, göçmek kötü.   Mehmet Büyükoğlu; - Bazı şahıslar ülkede ister her şey, barış barış diye, propaganda yapıyorlar. Yani barış olması için savaşmamak lazım. Ama maalesef geçmişi de hatırlamak lazım. Çünkü eğer geçmişi hatırlamazsak, geçmişte yaşananları hatırlamazsak, o barışı tesis edemen. - Çünkü yani insanoğlu geçmişi unutursa, yapılanları unutursa, kendini salıverirse, o yaşananları bir daha yaşayacağına inananlardanım. Savaş olmasın, tabi ki savaş kötü bir şey.   Zehra Büyükoğlu; - Yani hiçbirimiz istemeyiz. Eminim ki yani insan olan, insanca yaşamayı seçer. Hiç kimse savaş olmasını istemez. Biz de istemezdik. Eminim ailem de istemezdi. Ama yaşandı. Unutmamak, unutturmamak da lazım.   Mehmet Büyükoğlu; - Benim tek söyleyebileceğim var. Bu göçleri yaşamamamız için da geçmişi hatırlayacayık. Geçmişi. Tabi ki kavga edeceğiz, savaşacağız değilik. Ama geçmişi hatırlayarak kendimize o çeki düzeni vererek, o tedbiri alarak, önümüze bakmamız lazım, diye düşünüyorum.  
"Arpalık göçü ve şehitlerimize saygı" programı ve belgesel gösterimi Londra'da 12 mart'ta Yunusemre Enstitüsünde 18:00 ile 20:00 arasında olacak.
Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, çocuk, ağaç ve açık hava

Kıbrıs Türklerinin 1964'te yaptığı zorunlu göç belgeseli İngiltere'nin başkenti Londra'da Yunusemre Enstitüsünde 12 Mart'ta gösterilecek.

GAU İletişim Fakültesi Dekanı Doç.Dr. Neriman Saygılı ve Basın Yayın Bölüm Başkanı  öğretim üyesi, yardımcı doçent doktor Muharrem Özdemir Belgeselin gösterimi için Londra'ya geliyor.

Yönetmenliğini Girne Amerikan Üniversitesi İletişim Fakültesi Basın Yayın Bölüm Başkanı ve öğretim üyesi, yardımcı doçent doktor Muharrem Özdemir'in üstlendiği “Göçün Hikayesi Arpalık” Belgeseli KKTC'de 21 Aralık 2019 saat 17:05’te BRT ekranlarında gösterildi.

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, gülümseyen insanlar, oturan insanlar, sakal ve iç mekan

Acı Göçün hikayesi belgesel olarak yayınlandı. Girne Amerikan Üniversitesi İletişim Fakültesi Basın Yayın Bölüm Başkanı ve öğretim üyesi, yardımcı doçent doktor Muharrem Özdemir "7 Şubat günü O tarih yıl dönümü olduğu için göçün hikayesi ve şehitlerimizi anmak amacıyla bir belgesel hazırladık, bu belgeseli Kıbrıs BRT televizyonu işbirliğinde hazırladık.

Tüm Dünya'ya haklı mücadelemizi ve sesimizi duyurmak çekilen acıları hatırlamak, Şehitlerimizi unutturmamak için böyle bir çalışma yaptık. 12 Mart'ta İletişim Fakültesi Dekanımız Doç.Dr. Neriman Saygılı ile birlikte Londra'da belgeseli ve acı göçün hikayesini paylaşacağız." Dedi.

1963 yılında “Kıbrıs Türk Mücahidinin Sesi” sloganıyla yola çıkan BRT ve KKTC’nin ilk özel üniversitesi olarak eğitim hayatına başlayıp dünyanın dört bir yanına mezun ettiği öğrencilerle gönüllü eğitim elçileri göndererek Kıbrıs Türkünün haklı sesi olan Girne Amerikan Üniversitesi işbirliğinde tarihe ışık tutan yeni bir belgeselimizi daha bitirdik. “Göçün Hikayesi Arpalık” belgeselimize kimler ses vermedi ki?

Teknik ekipte BRT’den değerli arkadaşlarım Tunç Bayraktar ve Nazime Kızıltaş yer aldı.

Seslendirmeyi değerli dostum Burhan Canbaz üslendi. Müziğini değerli dostum Ferhat Atık’ın katkılarıyla Ney’in üstadı Hakan Mengüç besteledi.

Danışmanlığını GAU Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Ulvi Keser ve İletişim Fakültesi Dekanı Doç.Dr. Neriman Saygılı yaptı.

Koordinatörlüğünü ise iki değerli kardeşim Nazmi Pınar ve Simge Özekler Erdal üslendi. Şehitlerimizin fotoğraflarını bizlerle paylaşan Gürsel Benan Hocamıza ve isimlerini sayamadığım, unuttuğumuz tüm dostlarımın affına sığınarak gerek fikirleriyle gerekse emeğiyle destek sunan tüm dostlarıma teşekkür ediyoruz.

Londra'daki belgesel gösterim Programına destek veren ve düzenleme komitesinde olan isimler şunlar.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Londra Temsilcisi Oya Tuncalı, Londra Yunusemre Enstitüsü başkanı Mehmet Karakuş, Kıbrıs Türk Dernekler Konseyi başkanı Leyla Kemal, Sekreteri Ertuğrul Mehmet, Global Business management başkanı Nuri Bulgurcu, Doç.Dr. Neriman Saygılı Girne Amerikan Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı ve belgeselin danışmanı, Yrd.Doç.Dr. Muharrem Özdemir, Girne Amerikan Üniversitesi İletişim Fakültesi Basın Yayın Bölüm Başkanı ve Öğretim Üyesi (belgeselin yönetmeni), Kıbrıs islam Cemiyeti El Haşim vakfı başkanı Hüseyin Haşim Bakayı,Turkish press news genel yayın yönetmeni İsmail Karakaş Londra Manşet gazetesi genel yayın yönetmeni Ziya Emir.

Arpalık Göçü Belgeseli Londra'da gösterilecek   Yunusemre Enstitüsünde 18:00 ile 20:00  12 mart  Adres: 10 Maple St, Bloomsbury, London W1T 5HA  

Katılım ve bilgi için İsmail Karakaş

Email: info@turkishpress.co.uk  Tel:00447508855030

GÖÇÜN HİKAYESİ: ARPALIK

7 Şubat 1964​EOKA, SALDIRI, YIKIM, ACI Yer: Arpalık Köyü

 - Sadece sıradan bir göçün hikayesi değildi bu. Basit bir göç yaşanmadı. Ölümün kol gezdiği 1963-1974 Rum saldırıları sonucu yüzlerce köyü boşalttı Kıbrıs Türkü.
- Evlerimiz yakıldı. Anılarımız yok oldu. Göçerken geride çocukluğumuzu, anılarımızı, toprak kokulu sokakları ve yüreğimizdeki boşlukları dolduramayacak kadar derin izler bırakan canlarımızı bıraktık.
- İşte bir göçün hikayesi.

Erdoğan Arpalıklı;
- 21 Aralık olayları başladığı zaman köydekiler, mücahitler hepsi köklü üreticilerdi. Ürünlerini toplar bir İngiliz vasıtasıyla Lefkoşa, Selimiye Camii’nin yanına gönderir ve Lefkoşa’daki mücahitlere gıda yardımı yapardı. Esas mesele buranın başının altından çıktı.
- Lefkoşa’ya giden bu kaynağı kesmek için köyü nasıl kaldıracaklar onun hesabını yapmaya başladılar. İngiliz askerlerini de yasaklayamadıkları için. Çünkü İngiliz köyde ne üretilirse, sütleri alıp Lefkoşa’ya götürürdü.
- Tam bu sıralarda işte çobanın birini ovada gaçırttılar. Hiç suçu olmayan Arpalık’la Dalya arasında bir arazide gaçırttılar çobanı. Dalli destebanı ile bir Rum. Gene arkadaşları onun. Stokko Rahmetli Fikret’i kaçırdılar ve öldürdüler.
- Davar gece eve geldi. Ertesi gün biz onun şeylerini dağacığını, topuzunu falan ovada bulduk. Gaçırıldığını anladık. Zaten o sıralar hep gaçırma yaparlardı. Piroyi Köyü’nde de başka 2 kişiyi öldürdüler. Bunlar hep planlı hareketlerdi. Her uzaktan başladılar yakına doğru gelmeye başladılar.
- 6 Şubat 64 sabah orda bezelye toplamaya gittiler. Orda gelen Rum polisleri bunları kovmak istedi. Tabii Fikret’in şeyinden hazırlıklı olanlar olduğu için, mücahitler de bunlara karşı çıktı. Orda çatışma oldu.
 
Kemal Büyükoğlu;
- Gittik bezelye toplamaya bahcada. Rumlar da geldi, polisler vardı. Rumların motorları (su motoru) vardı. Köylerine su giderdi. Biz bezelye toplarken, onlar da geldi: Tam teslim olmamızı söylediler. Biz de silahlıydık. Karşılaştık, çarpıştık, geçtik.
- Ondan sonra döküldü, köyün her tarafına, şeyler, Rumlar.
Erdoğan Arpalıklı;
- Rumlardan birkaç tane yaralı oldu. Bizimkiler de gaçtı, köye geldi. Mücahitler, bezelye toplayanlar da. Bir saatin içinde, bir saat bile sürmedi. Bütün etraf köylerdeki Rum EOKACI’ları köye hücum ettiler.
 
Aysel Dizliklioğlu;
- 1964 Perşembe günüydü. Sabahlayın kalktım. Eşyaları traktörün üstüne göydüm. Bahçaya gidecektim. Ama mutlaka av tüfeği traktörün arabasına gonurdu. Bir korku vardı. Etraf köylerde. Bir de baktık etraf sarılmaya başladı. Köyü sarmaya başladı Rumlar. Baktık Finli askerler, her şey.
- Ne oluyoruk diye şey eddik. Gene ben av tüfeğini aldım, pencerenin arasından şey ettim de. Rumları öldürecek mişim. 16 yaşında.
- Onlar her tarafa sarıldı. Sarıldığı zaman arada ben böyle, Finlilerin arasında bir çez çekerdik. Şeynan. Annem beni tutardı, saçımdan ya elbisemden çekerdi. Fırsat vermezdi. Abimler yukardaydı. Hepsi ondaydı.
 
Erdoğan Arpalıkı;
- Hanaydaydık biz. Gadin, Bodamya ve yani güney, güney batı ve batıdan gelen yollara hâkim bir evdi. Biz oradaydık. O evden direndik. Esas çatışmalar zaten o evde oldu.
- Rumların yaklaşmaya çalıştıkları ve yaklaşamadıkları o eve giremediler. Ve onları şey ettiler. Kayıplarını en çok orda verdiler Rumlar. Ama çoğunu biz vurmadık, onu söyleyeyim size. Ama gene de gendi gendilerini vurdukları vardı.
- Onlar gayıplarını şu gadar bu gadar der ama bizde zaten o gadar mermi yoğudu. Neyidi yapacağımız. Gelen nüfus gerçekten cesaretleri olsayda saldırsa. Bizi su gibi boğarlardı. Ama cesaretleri yoğudu onların da. Onlar da acemiydi. Giremediler köye.
- Bir mahalleye girdiler. Onu da yaktılar. Mulla dayının öldüğü evleri orada yaktılar. Aşağı yukarı 9- 9 buçuk gibi. Köye girdiler. Her taraftan ateş etmeye başladılar. Epey saat direndik. Hücum ettiler, bütün gün.
- Bir mahalleye girdiler o gün de yağmur da yağdı. Bütün çitleri falan yaktılar. Bir dumanın içinde. Hiçbir şey görünmezdi. Göz gözü görmezdi.
- O çarpışmalarda biz 5 şehit 6 yaralı verdik. Yusuf orada golundan yaralandı. Golu kesildiydi. Onu kurtarmak için çektim aldım kucağıma yatırdım ve gömleğimi kesip bandaj yaptım. Kol burdan koptu. İki şeycik, ip tutardı kendini.
- Sallanırdı. Kemik dağıldı. Ordan gelen mermi parçalarından biri sekti da ayağıma ve elime girdi. Ama ona rağmen Yusuf’un goluna bandajı yaptım. Sonra akşamüzeri verdik şeye, İngiliz askerlerine de götürdüler Dikelya’ya. Ordan getirdiler galiba, Türk tarafına. Kolunu kestiler Yusuf’un.
 
Aysel Dizliklioğlu;
- Bir de bakarım pencereden Küçük İsmail şehit olmuş. İsmail’i gördüm.
 
Erdoğan Arpalıklı;
- Diğer şehitlerimiz bizim altımızda vuruldu. Biz hanaydaydık. O bizim alt tarafımıza biri girmesin diye dururdu. Av tüfeği ile son yaklaşma şeyiydi. O da orada vuruldu. Şehit oldu.
- Rumlar işte o mahalleye girdi. Ve o mahallede rahmetli Mehmet’i, Mehmet Hüseyin. Makineli tüfekle böyle çapraz, stavroz yaptılar göğsüne. Öyle öldürdüler.
- Mulla dayı zaten 90-95 yaşında bir adamdı. O da yanındaydı. Bir de Mulla dayının oğlu Ali. 3’ünü aynı yerde makineli tüfeğinen daradılar da şehit oldular.
- Ama o gün çarpışma başlar başlamaz, İngiliz askerler gelmezden, köyde 2 tane Rum vardı. Costa ve Sofra. Biri görmez biri duymaz.
- Tam bizim savunduğumuz hanayın sol tarafında kalırlar. Yani ateş ortasında kalacak olan şey, ev.
- Bunlar duymaz da görmez de. Çıkarlar avluda gezerler. Her taraftan mermi gelir. Ve bizim arkadaşlar bunları aldı. İngiliz akerlerine verdi. Goydular zırhlıya. Gaçırın bunları. Ondan sonra diyecekler ki Türkler öldürdü bunları. Yaşlı gadıncık, görmez, duymaz. Gocası da öyle. Gaçırttılar bunları. Şeye bilmem. İngiliz askerleri gaçırttı. Nere götürdü bilmem. Sırf köyde ölmesinler diye. Biz da bunu da yaptık ha.
- Gece olunca, Rumlar çekildi. Gece garanlığından istifayla 2 kişi Akıncılara gitti.
 
Aysel Dizliklioğlu;
- Nadire abam rahmetlik onun evine toplandık gece. Gece onun evine toplandığımız zaman her an beklerdik yani. Evler yanmaya başladı. Şey etti. Her taraf şey içinde.
- Ertesi gün sabah oldu. Sabah olduğu zaman Luricina’dan yardım geldi. Luricina’nın (Akıncılar) gençliği.
 
Erdoğan Arpalıklı;
- Akıncılar’dan takviye de aldılar. Yolları tuta tuta köye geldiler. Akıncılar Köyü’nü boşaltma kararı aldık. Kaçırabildiğimiz hayvanlarımızı, eşyalarımızı. Ne gaçırabilirsek. O gün 7 Şubat sabahı. Köyü boşalttık.
 
Kemal Büyükoğlu;
- Toplandı ahali. Kimsi davarıynan, kimisi eşeğiylen, kimisi arabası, kimisi anlarıynan. Aldık yolu.
 
Aysel Dizliklioğlu;
- Ben gene hiç çıkarmadım belciğimden şeyi, gargılığı. Av tüfeği. Birazcık da şeydik öyle. Yani nasıl deyim, cesaretliydim. Ailenin de (tek), büyük çocuğu olduğum için birazcık o cesaret vardı.
- Luricina’dan şeyettiği zaman. Yardım geldi. Gençlik vardı. Ben de elimde av tüfeğim, belimde, elimde şey, gargılığım belimde, kadın çocukları topladım. En önde ben Luricina’ya gideceyik. 9 km gittik.
 
Kemal Büyükoğlu;
- Evlerimiz kaldı. Olan malımız galdı. Her şeyimiz galdı.
Fikriye Büyükoğlu;
- E bize biraz pohcacık aldık. Çocuklarımızın urbacıklarını. Luricina’ya gidecekmişiz dediler. E bizim çok bir şeyimiz yoktu. Çocukların eşyalarını aldık. Bindik hayvanlara. Gidiyorduk.
- Sonra adam dedi. Be ha gardaşının arabası buraşda. Bin da git arabaya. İndirdi beni çocuklarla. Godu arabanın içine.
- Kamyon yani. Arkası açık. Çıktık yola. Nenem de vardı, yaşlı gadın. Annem de. Hepsi bindi. Yolda ne buldularsa attılar arabanın içine.
 
Erdoğan Arpalıklı;
- Gittik Akıncılar’a. İltihak ettik. Barış Gücü asker, sağda, solda gezerdi. Bakardı yani. Ama Rum yoğudu ha. Hepsi gaçtıydı. Biz de Akıncılar’a gittik. Galan köylüler. Mecburen oraya sığındık.
 
Fikriye Büyükoğlu;
- Luricina’ya gittik. Biz bir gün, bir gece. Çocuklar aç. Bütün gün gapalı. Magarına bişirdiler. Hellimsiz. Birer gaşıcık goydular. Vallahi bal oldu. Çocuklar yedi.
 
Erdoğan Arpalıklı;
- Gittiğin yerde ne kadar bize iyi bakarlarsa baksınlar, ne kadar iyi şederlerse. Üretimden kopan, ele bakan, Kızılay yardımları olmasa biz neyi yaşayacaktık.
- Akıncılar içinde 8-9 köy toplandık. O insanlar ne kadar bakabilecek. Çorba yesen gene karşılayamaz.
 
Dr. Fazıl Küçük;
- Makarios, Grivas, müşterek EOKA harekâtı. Kıbrıs Türk’ünü çok zor durumlara düşürüyordu. Bizim tek dayanağımız, yardım isteyebileceğimiz, Anavatanımızdır.
 
Aysel Dizliklioğlu;
- Köyümüzü terk ettik. Tabii evlerimiz hep yandı. Şey etti. Verdiğimiz şehitler, yaralılardan üzüldük. Hele de küçük İsmail’ler. Gördüm İsmail’i. Gördüğüm zaman hiç bu başımın şeyi yoğudu.
- Savaş abisi gucağında dutardı gendini. O an ne olduğunu anladım.
 
Zehra Büyükoğlu;
- Babamın kuzeni olan İsmail’dir. Sürekli bahsedilen 11-12 yaşlarındaymış. Yanlış hatırlamazsam eğer. Kapıyı açtı, dışarı çıkmak istedi. Bakmak istedi galiba. Ve başından vuruldu. Annemin anlattıklarından. Ve şehit oldu.
 
Aysel Dizliklioğlu;
- Ertesi gün Dr. Küçük geldi. Gelirkenden köye hep topladı gençliği. Benim bir kahraman gızım vardı dedi. O gızımı isterim, şey deyim. Ve Dr. Küçük sarıldı üstüme. Ondan sonra Dr. Küçük mana manevi gızım derdi.
 
Mehmet Büyükoğlu;
- Benim kafamda şimdi bir savaş göçü var. Bir de işte bir yerden bir yere göç yani. Gitmek yani. Savaş göçü kötü bir şeydir. Allah kimseye vermesin.
- Hiçbir ülkeye vermesin. İnsanlar ölüm, evsizlik, sıkıntılar. Biz onları yaşadık, gördük da.
 
Fikriye Büyükoğlu;
- Kötü bir şey. Acı. Her şeyini bıragın arkanda. Üzülün tabii. Tavuklarımız vardı. Havlularımız dolu. Bıraktık. Bizim başka bir şeyimiz yoğudu. Hayvanları olan gattı önüne gitti. Ama çok şükür canımıza bir şey olmadı.
 
Zehra Büyükoğlu;
- Göç deyınca, yani hiç güzel bir şey hatırlamaz insan. Göç, çok kötü. Bence en kötü şeydir hayatta. Kötü şeylerden biridir daha doğrusu.
- Bir yerden kopmak yani. Zorla koparılmak aslında. Göç etmek, bir yerden bir yere gezme de bazen göç etmektir işte. Konaklayarak gezmek de göçmektir. Ama bir yerden koparılmak. Savaş zoruyla koparılmak elbette acı.
 
Fikriye Büyükoğlu;
- Kötüdür tabii. Doğduğun, gocadığın, büyüdüğün yer. Gaçmak, biraz zordur.
 
Erdoğan Arpalıklı;
- Rahmetli peder bana ne dedi bilir misiniz? Seneler sonra. Oğlum dedi, ben sütü hayvanlardan sağar. Kovaynan gelir tencereye boşaltırdım. Ve size sütleri öyle hazırlardım. Ama bu şeye düşünce. Göçmenliğe düşünce paketinen süt almaktan, galbim de dayanmadı.
- Kovayınan süt alan adam dedi, gidip küçük paketçiklerle süt alıp çocuklarına içirmesi ne kadar ağır geliyor. Onu büyüyünce anlayacaksın. İşte işin gerçeği budur.
 
Mehmet Büyükoğlu;
- Savaşların kötü bir şey olduğunu gördüm. O yaşadığıma ancak. Çocuk olduğum için hatırlıyamadığım bir şey. Sadece resimlerde gördüm. Çünkü 4 yaşındaydım o dönemde.
- 64’ün sadece bu resim anısı. Üzücü bir olay. Çünkü insanların göçmen olması çok kötü bir şey.
 
Fikriye Büyükoğlu;
- O fotoğrafı gayınım vardı. Mandırez’de galırdı. Hanımıynan, gaynanasıynan, gaynatasıynan gelirdi bize gece. Bir gün der, yenge bir resim buldum çöplükte. Ve sizin resminizdir der bana. Öyle bir sevindik. Derim, getir be bakalım, görelim.
- Getirdi o dergiyi. İngiliz dergisini. Bakarık hakikaten biz. Yani köyden gaçarken, o kamyonun içinde olduğumuzu. Ben yani hemen anımsadım. O gün geldi aklıma. Yani şu giderdik gamyonda. Hala daha içimizde gorku vardı. Ben aldım çocukları. Birini gucağımda, biri daha böyüğüdü. Korktu. Onu çektim gucağıma. Hep öyle yani işte. Üzüntü içinde. Kimisi ağlardı, kimisi sızlardı. Ben de çocuklarınan. Ağlama annem, gorkma annem. İşte öyle gittik.
- Bir de zayıf İngilizcik oturur damın üstünde. Gambirasında arabanın. Habire resim çeker bizi. Ben de canım sıkıldı. Dedim gösterecek bizi bu dünyayı. Her taraf görecek bizi, tanıdık. Çektim saçlarımı hep yüzüme, gözüme.
- Sonra şimdi derim, keşke açsaydım yüzümü da. Gençliğimi görürdüm, bak ne güzel.
 
Zehra Büyükoğlu;
- Bu fotoğrafı yıllar sonra gördüğümüzde çok heyecanlandık. Annemi, gençliğini görmek. Bizim gendi bebek halimizi görmek. Ondan sonra, bu fotoğrafla ilgili zaman zaman annem bize hep böyle, köyümüzle ilgili şeyleri anlatırdı. Özellikle işte, kaçışlarını, yaşadıklarını, Rum- Türk çatışmasını, neler olduğunu.
- Ama fotoğrafı gördükten sonra daha da hayalimizde biz canlandırmaya başladık, o kaçışı. Çünkü ben o zamanlar bir yaşında bile değildim.
- Zaman zaman işte bu kaçışların bize eminim ki çok psikolojik olarak çok etkileri oldu. Biz savaş çocuklarıyız, sonuçta.
 
Fikriye Büyükoğlu;
- Ne akılları keserdi. Biri 11 aylık, biri 2 yaşında, biri 3 yaşındaydı. Gorkardı o biraz. Gorkma annem aha gidiyoruk, derdim, falan. O büyücek aklı keserdi, görünce insanları şu ağlardı, şey eder, o da ağlardı. Gorkardı.
 
Fatma Özdalili;
- Savaştan ötürü gaçmak, zorla köyünden koparılmak. İşte o 63 hadiselerini apaçık, yani, gösterir. Gaçarken köyümüzden. Yani hatırlamasam da, en azından yaşanmış bir olay.
 
Mehmet Büyükoğlu;
- 74’den uzun süre sonra gördük o resmi, ben. Daha önce 64-74 arası bu resmi hiç görmedim. Zaten biz 64-74 arası, işte, Köşkliçiftlik, Göçmenköy’de büyüdük. Köylerimiz işte Akıncı’larda, falan filandı. Biz fazla bu köyle ilgili bilgimiz yoktu. Ama 74’den sonra, Akçay’a yerleştikten sonra köylülerimizden orda işte savaşın nasıl olduğunu, köyde neler olduğunu, falan ordan duyduk. İşte resim de çıkınca ortaya. Ve işte biz olduğumuzu öğrendik.
 
Zehra Büyükoğlu;
- Çok iyi hatırladığım bir anım var benim. Kendi adıma söyleyim. Kardeşlerimin de belki de olacak. Biz ilk göçmen olduğumuzda Dereboyu’nda, Köşklüçiftlik’te bir evde kalıyorduk. Ve Rum sınırıydı orası. Ben tabii gene 1, 1.5, 2 yaşlarında falandım. Muhtemelen ya da en fazla 3. Rum askeri geldi dediler, biranda.
- Ben tabii çok küçüktüm. Kardeşler, arkadaşlar, herkes koşmaya başladı. Ben en argaya galdım. Ve bu işte. Savaş psikolojisinden olsa gerek diye düşünüyorum. Büyüdükten sonra bunu düşündüm. Ama demek ki o gadar çok etkilediki bizi, hala daha aklımda. Nasıl eve kadar, belki de 200-300 metre falandı evimize. Ama o koşmayı, o kaçışı hiç unutmam.
- Eminim ki, işte annem, babam, bizim büyüklerimiz. O benim düşünün, küçücük bir kaçış, ne kadar benliğime işledi. Ama ailenin o top yekün evini, yerini, köyünü, hayvanlarını bırakıp kaçışın izleri, eminim onlarda çok daha fazla vardır.
 
Fikriye Büyükoğlu;
- Yani o korku başka. Göç ederken de ayrı. Çok göç ettik yani biz. Bir sürü cıradan gaçtık. Başka yere gittik. Ondan Lefkoşa’ya gittik. Lefkoşa’dan bir kötü yere göç ettik. Onlar başka da. Bu köyden gaçarken gene çok kötüydü yani. Üzüntü.
 
Mehmet Büyükoğlu;
- Arpalık’tan Akıncılar köyüne göç ettiğimizde sadece anımdan işte, böyle kerpiç evlerin olduğu, insanların bizi evlerine, evlerine değil de samanlıklarına, hayvan barınaklarına bizi yerleştirdiklerini anımda var.
- Bir de biz Akıncılar köyünden (aya) Dilekkaya köyüne geçtik. Orda da anımsarım, hatırlarım. Gene aynı şekilde göçmen bir evlerin şeyine girdiydik.
- Annem bana taşlara yemek gordu ve şu anda o tepe anımdadır sadece. Tepenin yerini dahi bilmem. E o tepeye 4-5 yaşında çocuk. Savaş içinde. Annem beni yollardı ve yemek götürürdüm, babama. Onu çok iyi hatırlarım. Yani o kötü günleri hatırlarım.
 
Zehra Büyükoğlu;
- 74’ten sonra gidemedim Arpalık köyüne, köyümüze. Doğduğum köye. Ama 74’den hemen önce, dayımlar gelmişti. İşte, annemi ziyarete falan. Ben de böyle hemen hazırladım çantamı. Koça’da gittik. Nenemin ve teyzemin kaldığı yer orası.
- Ordan geçerken, Luricina’dan uğradık. Dayımlar var orda yaşayan. Ordan da Arpalık’a geçtik. En çok hatırımda kalan, kısım o. Yani büyüdükten sonraki en çok hatırımda kalan kısım o. Çok çok heyecanlandım. Hiç unutmam. Hatta evimize götürdü dayım, beni gösterdi. İşte, galdığımız eve. Doğduğum eve.
- Ve ben şey geçirdim içimden. Allahım süpürgeyi getirsek, süpürsek, evimiz yani böyle falan. Çok fazla şey oldum. Aidiyet duygusu herhalde. Orayı hissettim. Yani, çok fazla galamasamda. Hissettim. Her taraf yıkıkdı.
- Evimiz de yıkıktı. İşte, her taraf yıkıktı. Bir tek dayımınan, işte, halamın galdıkları bir ev vardı. O da beton. Galiba köyde tek beton ev oydudu. Orda, işte, oyalandık, biraz yemek, bir şeyler yedik dayımda. Onun dışında ben köye gidemedim.
 
Mehmet Büyükoğlu;
- 70’lerde bir köye dönüş olduydy. İşte, köylülerimizden bazıları gitti. Hayvancılık yapardı. O köye tekrar gitti. Ama o güne kadar biz hiç gitmemiştik. Bir gün Akıncılar’dan, dayım orda hayvanları vardı, oraya gidecektik. Traktörün römorkunun arkasındaydık. Ve gittik köye. İşte köy kırık döküktü de şimdi tamamen silindi, köy. Bina falan da kalmadı. Ama tarihi birkaç tane kilise vardı, bina var.
- Ve ben gittiğimizde o gün hiç unutmam. Rum polislerini görünce çok müthiş bir korku hissettim. Ve dayımla hep beraber traktörle gaçtık. Yani ordan. Ve o gece köye gittiğimde, ki Lefkoşa’da doğan, polis olan kardeşim Ahmet, orda doğmamasına rağmen gece uykusunda kalktı ve “oh oh ne nefis, Arpalık taşları”diye bir gece gendi gendine gonuşurdu çocuk. Yani ben ondan 5 yaş büyüyüm. Ve o anıyı hatırlarım.
- Yani o köyde doğmamasına rağmen. Bizimle gittiydik işte. O korkudan sonra gece Arpalık daşları, oh oh ne nefis ne nefis diye çocuk şey yapardı. Böyle bir anımız vardı köyle ilgili.
 
Erdoğan Arpalıklı;
- Giden çocuklar bana resimleri getirdiler. Köy diye bir şey yok. Köyde Osmanlı zamananından galma bir mezarlık varıdı. Oyma taşlar vardı öyle. 1571’de şehit olan şeyler vardı ya, Türk askerleri. Onların mezarları vardı. Kimi Serdar, kimi bilmem ne. Başlarındaki oymaya göre daşların şekli ona göreydi. Ve erkekler de vardı. O taşlar hepsi gayboldu.
- Cami varıdı, cami gayboldu. Okul varıdı, okul gayboldu. Son köyde galan bir tek beton ev. Onu da yıkamadılar. O gadar sağlamıdı ki. Onu yıkamadılar.
- Öteki, gene bizim Türk mezarlığı vardı. Onu da yıktılar. Sürdüler tarla yaptılar. Ne ağaç var ne bir şey var. Ağaçlar da yoktur, köyde yoktur. Sadece eski kiliseler var. Onlar durur, restore ettiler.
- Yukarıda tepenin üstünde yeni yapılmış ilkokulumuz varıdı. Onun tavanı, mavanı yoktu. Sadece o durur. Bir de Rum ilkokulu var gene yamaçta. O durur. Başka yok, köyde bir şey.
 
Zehra Büyükoğlu;
- En çok, işte ailenin, biz tabii o dönemleri hatırlayamadığımız için. Benim için en çok ailemin ne hissettiği. Çünkü büyüdükten sonra insan gendide farklı farklı düşünce oluşur. Kendini onların yerlerine koyar. Ne kadar çok acı çekmişler ne kadar kötü günler yaşamışlar.
- Evlatları bir yanda, kardeşleri, eşi. Herkes, her şey, darmadağın. Yani gördüğümde ben mesela insanlar büyük, küçük, yaşlı, kimisi ölmüş, kimisi yaşayan.
- Mesela o fotoğrafta bizim hayvan bile var. Keçi falan var. Yani öyle hatırlarım gördüğüm kadarıyla. İnsan işte, bir yerlerde, bir şeyler bırakıp, cansız da olsa bırakıp, göçmek kötü.
 
Mehmet Büyükoğlu;
- Bazı şahıslar ülkede ister her şey, barış barış diye, propaganda yapıyorlar. Yani barış olması için savaşmamak lazım. Ama maalesef geçmişi de hatırlamak lazım. Çünkü eğer geçmişi hatırlamazsak, geçmişte yaşananları hatırlamazsak, o barışı tesis edemen.
- Çünkü yani insanoğlu geçmişi unutursa, yapılanları unutursa, kendini salıverirse, o yaşananları bir daha yaşayacağına inananlardanım. Savaş olmasın, tabi ki savaş kötü bir şey.
 
Zehra Büyükoğlu;
- Yani hiçbirimiz istemeyiz. Eminim ki yani insan olan, insanca yaşamayı seçer. Hiç kimse savaş olmasını istemez. Biz de istemezdik. Eminim ailem de istemezdi. Ama yaşandı. Unutmamak, unutturmamak da lazım.
 
Mehmet Büyükoğlu;
- Benim tek söyleyebileceğim var. Bu göçleri yaşamamamız için da geçmişi hatırlayacayık. Geçmişi. Tabi ki kavga edeceğiz, savaşacağız değilik. Ama geçmişi hatırlayarak kendimize o çeki düzeni vererek, o tedbiri alarak, önümüze bakmamız lazım, diye düşünüyorum.


 
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve turkishpress.co.uk sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.