D-8'in vakti gelmedimi?
AKPM’nin Türkiye kararı ve yansımaları
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin Türkiye’yi siyasi denetim sürecine alma kararı, aslında Türkiye’nin AB’ye entegrasyonunu engellemeye yönelik şaşırtıcı olmayan ve beklenen bir adım olarak değerlendirmek gerekir.
AB’ye girme ideali ile Türkiye’ye dayatılan kararları ve reformları yapmayı ve bunun sonucunda AB ile entegrasyonu “en faydacı” çıkar yol olarak gören AK Parti iktidarı, tarihi miras çizgisini bir kenara itip, Avrupa ile entegrasyon bağlamında kendisine verilen ödevi fazlasıyla yerine getirmesine rağmen, hâlâ bir sonuca varamamış olması dikkat çekicidir. AK Parti’nin tüm çabalarına rağmen, hala tam üyeliğin gerçekleştirilememiş olması asıl üzerinde durulması gereken en önemli konu olsa gerek. AB’ye üyelik konusunun çözümünü zor hale getiren ana faktör hiç şüphesiz inanç farklılığı olup, Avrupa Birliği, enkültürasyon (enculturation) düzleminde, Türkiye’yi bir bütün olarak mono bloklaştırma sürecinde kendi potasında eritemeyeceği inancını artık daha kapsamlı hissetmektedir.
Özellikle Türkiye’deki referandum sürecinde, Almanya ve Hollanda ile yaşanan olaylar, AB’nin Türkiye ile ilgili temel siyasi perspektifini de yeniden gözden geçirmesine neden olmaktadır.
Bundan sonra asıl dikkat edilmesi gereken nokta ise, AB’nin Türkiye ile yakınlaşmasının gerçekleşmesinin temeli, AB’nin Türkiye’ye yönelik jeopolitik etki alanının sınırlarının nereye kadar uzanacağına bağlıdır.
AB, Türkiye’nin tam üyeliğe kabulünün mümkün olamayacağını Fransa ve Almanya ile sürekli dillendirmesine rağmen, Türkiye ile üyelik müzakerelerini devam ettirmesinin yegâne nedeni, ülkemizin mevcut koşullarından yararlanmayı ve yapılan pazarlıklarda ekonomik kazançlar elde etmeyi gerekli görmesinden kaynaklı olsa gerek.
Daha önce, PKK kartı ile Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışan AB, bundan böyle FETO kartı ile de Türkiye’nin üzerinde baskı kurarak, özellikle AKPM’nin Türkiye’yi siyasi denetim sürecine alma kararını kaldırmak için, Kıbrıs ve PKK konusunda Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya yönelik adımlar atacağı sinyallerine vermeye çalışmaktadır.
Bu arada, Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun AKPM’nin aldığı karar üzerinde kafa yorup ne gibi çözüm ortaya koyması gerektiği hususunda açıklama yapması gerekirken, Türkiye’nin Avrupa Konseyi bütçesine en büyük desteği veren ülke olarak “grandpayeur” olduğunu ve bu miktarı düşürebileceklerini açıklaması ciddiyetten uzak bir politik söylemden ibaret bir yaklaşım şeklidir.
AB ile Türkiye arasında son dönemlerde göreceli olarak yaşanan gelişmeler, Avrupa’da belirleyici unsur olmaya başlayan radikal hareketlere bağlı olarak değişen konjonktürün bir parçası olarak değerlendirmek yerinde olsa gerek.
Bu sorunları tarihi perspektiften analiz etmek ve söz konusu problemlerin Türkiye’nin gelecekteki politikalarını nasıl etkileyebileceğinin iyi analiz edilmesi ve alternatif çözüm yollarının ortaya konulması gerekmektedir.
Daha önce, uluslararası anlaşmalara aykırı olarak, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Kıbrıs’ın yegâne tek temsilcisi gibi kabul edilerek, hakkaniyet ölçüleriyle bağdaşmayan bir tutumla tek taraflı olarak AB’ne üye yapılması zaten bu birliğin güvenirliliğini ortaya koyan en somut gösterge niteliğindedir.
Bu nedenle, AKPM’nin aldığı bu karardan yola çıkarak, Türkiye’nin yıllardan beri Avrupa Birliği ve ABD ile sürdürmekte olduğu; “Avro-Atlantik Entegrasyonu” (Avrupa Birliği ve NATO) çerçevesinde hareket alanını kısıtlayıcı tüm adımlar dikkate alındığında, Batı ile entegrasyon yolunda bundan böyle daha büyük risklerle karşı karşıya kalma durumunun söz konusu olabileceği gayet aşikardır.
Önümüzdeki dönemde, iktidarın ortaya çıkan yeni paradoks ışığında dar fikirli politikalara hapsolmak yerine, D-8 gibi alternatif çözüm ve iş birliği yollarını ortaya koyması artık kaçınılmazdır.
Ekleme
Tarihi: 28 Nisan 2017 - Cuma
D-8'in vakti gelmedimi?
AKPM’nin Türkiye kararı ve yansımaları
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin Türkiye’yi siyasi denetim sürecine alma kararı, aslında Türkiye’nin AB’ye entegrasyonunu engellemeye yönelik şaşırtıcı olmayan ve beklenen bir adım olarak değerlendirmek gerekir.
AB’ye girme ideali ile Türkiye’ye dayatılan kararları ve reformları yapmayı ve bunun sonucunda AB ile entegrasyonu “en faydacı” çıkar yol olarak gören AK Parti iktidarı, tarihi miras çizgisini bir kenara itip, Avrupa ile entegrasyon bağlamında kendisine verilen ödevi fazlasıyla yerine getirmesine rağmen, hâlâ bir sonuca varamamış olması dikkat çekicidir. AK Parti’nin tüm çabalarına rağmen, hala tam üyeliğin gerçekleştirilememiş olması asıl üzerinde durulması gereken en önemli konu olsa gerek. AB’ye üyelik konusunun çözümünü zor hale getiren ana faktör hiç şüphesiz inanç farklılığı olup, Avrupa Birliği, enkültürasyon (enculturation) düzleminde, Türkiye’yi bir bütün olarak mono bloklaştırma sürecinde kendi potasında eritemeyeceği inancını artık daha kapsamlı hissetmektedir.
Özellikle Türkiye’deki referandum sürecinde, Almanya ve Hollanda ile yaşanan olaylar, AB’nin Türkiye ile ilgili temel siyasi perspektifini de yeniden gözden geçirmesine neden olmaktadır.
Bundan sonra asıl dikkat edilmesi gereken nokta ise, AB’nin Türkiye ile yakınlaşmasının gerçekleşmesinin temeli, AB’nin Türkiye’ye yönelik jeopolitik etki alanının sınırlarının nereye kadar uzanacağına bağlıdır.
AB, Türkiye’nin tam üyeliğe kabulünün mümkün olamayacağını Fransa ve Almanya ile sürekli dillendirmesine rağmen, Türkiye ile üyelik müzakerelerini devam ettirmesinin yegâne nedeni, ülkemizin mevcut koşullarından yararlanmayı ve yapılan pazarlıklarda ekonomik kazançlar elde etmeyi gerekli görmesinden kaynaklı olsa gerek.
Daha önce, PKK kartı ile Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışan AB, bundan böyle FETO kartı ile de Türkiye’nin üzerinde baskı kurarak, özellikle AKPM’nin Türkiye’yi siyasi denetim sürecine alma kararını kaldırmak için, Kıbrıs ve PKK konusunda Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya yönelik adımlar atacağı sinyallerine vermeye çalışmaktadır.
Bu arada, Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun AKPM’nin aldığı karar üzerinde kafa yorup ne gibi çözüm ortaya koyması gerektiği hususunda açıklama yapması gerekirken, Türkiye’nin Avrupa Konseyi bütçesine en büyük desteği veren ülke olarak “grandpayeur” olduğunu ve bu miktarı düşürebileceklerini açıklaması ciddiyetten uzak bir politik söylemden ibaret bir yaklaşım şeklidir.
AB ile Türkiye arasında son dönemlerde göreceli olarak yaşanan gelişmeler, Avrupa’da belirleyici unsur olmaya başlayan radikal hareketlere bağlı olarak değişen konjonktürün bir parçası olarak değerlendirmek yerinde olsa gerek.
Bu sorunları tarihi perspektiften analiz etmek ve söz konusu problemlerin Türkiye’nin gelecekteki politikalarını nasıl etkileyebileceğinin iyi analiz edilmesi ve alternatif çözüm yollarının ortaya konulması gerekmektedir.
Daha önce, uluslararası anlaşmalara aykırı olarak, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Kıbrıs’ın yegâne tek temsilcisi gibi kabul edilerek, hakkaniyet ölçüleriyle bağdaşmayan bir tutumla tek taraflı olarak AB’ne üye yapılması zaten bu birliğin güvenirliliğini ortaya koyan en somut gösterge niteliğindedir.
Bu nedenle, AKPM’nin aldığı bu karardan yola çıkarak, Türkiye’nin yıllardan beri Avrupa Birliği ve ABD ile sürdürmekte olduğu; “Avro-Atlantik Entegrasyonu” (Avrupa Birliği ve NATO) çerçevesinde hareket alanını kısıtlayıcı tüm adımlar dikkate alındığında, Batı ile entegrasyon yolunda bundan böyle daha büyük risklerle karşı karşıya kalma durumunun söz konusu olabileceği gayet aşikardır.
Önümüzdeki dönemde, iktidarın ortaya çıkan yeni paradoks ışığında dar fikirli politikalara hapsolmak yerine, D-8 gibi alternatif çözüm ve iş birliği yollarını ortaya koyması artık kaçınılmazdır.
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.