Doğu Akdeniz’de yeni ekonomik planlar
İsviçre’nin Crans-Montana kasabasında yapılan Kıbrıs görüşmelerinde Mustafa Akıncı, Nicos Anastasiadis’in hemen hemen tüm önerilerini kabul etmiş olmasına rağmen müzakerelerde asıl kilit faktör; “Güvenlik ve Garantiler” konulu iki ucu keskin başlık oluşturuyordu. Türkiye, Kıbrıs’taki mevcut asker sayısını makul bir düzeye indirmeyi ve 15 yıl sonra bu konunun yeniden müzakere edilmesini önermesine karşın, bu esnek teklif Yunanistan tarafından kabul görmemiş ve böylece avare kasnak gibi devam eden müzakerelerin sona ermesine neden olmuştur.
Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, Yunan Parlamentosu’nda konuyla ilgili yaptığı konuşmada, Türk askerlerinin Kıbrıs’tan tamamen çekilmemesi ve garantilerle ortaya çıkan müdahale hakkının kaldırılmaması durumunda Kıbrıs’ta kalıcı bir anlaşmanın yapılamayacağını özellikle ifade etmesi, Türkiye’nin “Güvenlik ve Garantiler” dışında kalan Rumların tüm isteklerini kabul ettiğini göstermektedir.
Eğer hükümet, son müzakerelerde en kritik maddeler sayılan, “Güvenlik ve Garantiler” konusunda geri adım atmış olsaydı, Kıbrıs’ta hâkimiyet tamamen Rumların uhdesine geçmiş olacaktı. Zaten BM Güvenlik Konseyi, 4 Mart 1964 tarihli ve 186 sayılı kararla Kıbrıs’a Çok Uluslu Barış Gücü gönderilmesine karar verirken, söz konusu maddede, mevcudiyeti olmayan Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’ne işaret etmesi, bu hükümetin tüm adayı temsil ettiğinin vurgulanması büyük kırılmalara neden olmuş ve böylece Kıbrıs Rum kesiminin tek taraflı olarak tüm Kıbrıs’ın tek geçerli hükümeti olarak tanınmasına neden olmuştur.
Rumlar, BM Güvenlik Konseyi’nin 1964 kararı mucibince AB’ye üye ülke olarak kabul edildiğinden, Türkiye’nin kilit rol oynayan her iki maddeden taviz vermesi durumunda, Kıbrıs üzerinde hiçbir hakka sahip olmayacağı gibi, Kıbrıs Türkü’nün de güvenliğini AB’nin insafına terk etmiş olacaktı.
Birleşmiş Milletler’in, 4 Mart 1964 tarihli kararından beri Rum yönetimini Kıbrıs’ta meşru tek Kıbrıs hükümeti olarak tanımaya devam eden ABD, İsrail ve Fransa gibi ülkeler, sözde Kıbrıs Rum hükümeti ile sondaj çalışmaları için anlaşmalar imzalayarak Akdeniz’de Türkiye’yi köşeye sıkıştırarak Kıbrıs konusunda “Güvenlik ve Garantiler” konusunda geri adım atmasını sağlamaya çalışmaktadırlar.
ABD Jeolojik Araştırmalar Teşkilatı (USGS), özellikle 2010 yılında yayınladığı Doğu Akdeniz enerji raporunda, Levantine havzasında yer alan doğalgaz ve petrol rezervlerine de dikkat çektikten sonra, ENI, Total, Nobel Enerji, Exxon gibi petrol şirketleri buralarda faaliyete başlamak üzere Rum yönetimi ile tek tek lisans anlaşmaları yapmaya başladılar.
Son olarak ABD menşeli Exxon Mobil ve Katar Petrol, Çarşamba günü Kıbrıs Rum Yönetimi ile 10. Blok’ta hidrokarbon sondaj çalışması için anlaşma imzalamıştır. Keza Fransa da, West Capella’daki sondaj çalışmalarını başlatma kararı alması dikkat çekici olmuştur.
Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman bin Casim El Thani’nin Türkiye’ye ani gelişi münasebetiyle Katar Petrol’ün, Kıbrıs Rum kesimi ile yaptığı son hidrokarbon anlaşmasını da gündeme getireceği düşünülmektedir.
Hatırlanacağı üzere Grivas, Rum Milli Muhafız Ordusu’nun başına geçince, ABD, Türkiye’nin kaygılarını ortadan kaldırmak üzere, Kıbrıs’taki Büyükelçisi Taylor Garrison Belcher vasıtasıyla Türkiye’ye sözlü güvence vererek, “Grivas, Kıbrıs Türkleriyle değil, komünistlerle mücadele etmek üzere Kıbrıs’a gitti” ifadesini kullanmıştı. Şimdi de Türkiye, bu sefer ekonomik olarak Doğu Akdeniz’deki enerji sondaj kararları ile yeniden köşeye sıkıştırılmaya çalışılmaktadır.
Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon, doğalgaz ve petrol sondaj çalışmalarının hız kazandığı bir dönemde Türkiye’nin, “Güvenlik ve Garantiler” konusunda geri adım atıp, Kıbrıs’tan tamamen elini çekinceye kadar ABD, AB ve İsrail üçgeninde ekonomik baskı altında tutulmaya çalışılacağının işaretleri yavaş yavaş tebeyyün etmeye başlamıştır.
Ekleme
Tarihi: 15 Temmuz 2017 - Cumartesi
Doğu Akdeniz’de yeni ekonomik planlar
İsviçre’nin Crans-Montana kasabasında yapılan Kıbrıs görüşmelerinde Mustafa Akıncı, Nicos Anastasiadis’in hemen hemen tüm önerilerini kabul etmiş olmasına rağmen müzakerelerde asıl kilit faktör; “Güvenlik ve Garantiler” konulu iki ucu keskin başlık oluşturuyordu. Türkiye, Kıbrıs’taki mevcut asker sayısını makul bir düzeye indirmeyi ve 15 yıl sonra bu konunun yeniden müzakere edilmesini önermesine karşın, bu esnek teklif Yunanistan tarafından kabul görmemiş ve böylece avare kasnak gibi devam eden müzakerelerin sona ermesine neden olmuştur.
Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, Yunan Parlamentosu’nda konuyla ilgili yaptığı konuşmada, Türk askerlerinin Kıbrıs’tan tamamen çekilmemesi ve garantilerle ortaya çıkan müdahale hakkının kaldırılmaması durumunda Kıbrıs’ta kalıcı bir anlaşmanın yapılamayacağını özellikle ifade etmesi, Türkiye’nin “Güvenlik ve Garantiler” dışında kalan Rumların tüm isteklerini kabul ettiğini göstermektedir.
Eğer hükümet, son müzakerelerde en kritik maddeler sayılan, “Güvenlik ve Garantiler” konusunda geri adım atmış olsaydı, Kıbrıs’ta hâkimiyet tamamen Rumların uhdesine geçmiş olacaktı. Zaten BM Güvenlik Konseyi, 4 Mart 1964 tarihli ve 186 sayılı kararla Kıbrıs’a Çok Uluslu Barış Gücü gönderilmesine karar verirken, söz konusu maddede, mevcudiyeti olmayan Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’ne işaret etmesi, bu hükümetin tüm adayı temsil ettiğinin vurgulanması büyük kırılmalara neden olmuş ve böylece Kıbrıs Rum kesiminin tek taraflı olarak tüm Kıbrıs’ın tek geçerli hükümeti olarak tanınmasına neden olmuştur.
Rumlar, BM Güvenlik Konseyi’nin 1964 kararı mucibince AB’ye üye ülke olarak kabul edildiğinden, Türkiye’nin kilit rol oynayan her iki maddeden taviz vermesi durumunda, Kıbrıs üzerinde hiçbir hakka sahip olmayacağı gibi, Kıbrıs Türkü’nün de güvenliğini AB’nin insafına terk etmiş olacaktı.
Birleşmiş Milletler’in, 4 Mart 1964 tarihli kararından beri Rum yönetimini Kıbrıs’ta meşru tek Kıbrıs hükümeti olarak tanımaya devam eden ABD, İsrail ve Fransa gibi ülkeler, sözde Kıbrıs Rum hükümeti ile sondaj çalışmaları için anlaşmalar imzalayarak Akdeniz’de Türkiye’yi köşeye sıkıştırarak Kıbrıs konusunda “Güvenlik ve Garantiler” konusunda geri adım atmasını sağlamaya çalışmaktadırlar.
ABD Jeolojik Araştırmalar Teşkilatı (USGS), özellikle 2010 yılında yayınladığı Doğu Akdeniz enerji raporunda, Levantine havzasında yer alan doğalgaz ve petrol rezervlerine de dikkat çektikten sonra, ENI, Total, Nobel Enerji, Exxon gibi petrol şirketleri buralarda faaliyete başlamak üzere Rum yönetimi ile tek tek lisans anlaşmaları yapmaya başladılar.
Son olarak ABD menşeli Exxon Mobil ve Katar Petrol, Çarşamba günü Kıbrıs Rum Yönetimi ile 10. Blok’ta hidrokarbon sondaj çalışması için anlaşma imzalamıştır. Keza Fransa da, West Capella’daki sondaj çalışmalarını başlatma kararı alması dikkat çekici olmuştur.
Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman bin Casim El Thani’nin Türkiye’ye ani gelişi münasebetiyle Katar Petrol’ün, Kıbrıs Rum kesimi ile yaptığı son hidrokarbon anlaşmasını da gündeme getireceği düşünülmektedir.
Hatırlanacağı üzere Grivas, Rum Milli Muhafız Ordusu’nun başına geçince, ABD, Türkiye’nin kaygılarını ortadan kaldırmak üzere, Kıbrıs’taki Büyükelçisi Taylor Garrison Belcher vasıtasıyla Türkiye’ye sözlü güvence vererek, “Grivas, Kıbrıs Türkleriyle değil, komünistlerle mücadele etmek üzere Kıbrıs’a gitti” ifadesini kullanmıştı. Şimdi de Türkiye, bu sefer ekonomik olarak Doğu Akdeniz’deki enerji sondaj kararları ile yeniden köşeye sıkıştırılmaya çalışılmaktadır.
Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon, doğalgaz ve petrol sondaj çalışmalarının hız kazandığı bir dönemde Türkiye’nin, “Güvenlik ve Garantiler” konusunda geri adım atıp, Kıbrıs’tan tamamen elini çekinceye kadar ABD, AB ve İsrail üçgeninde ekonomik baskı altında tutulmaya çalışılacağının işaretleri yavaş yavaş tebeyyün etmeye başlamıştır.
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.