Kuzey Irak'ta Çözüm Arayışları
Global eğilimlerin, içinde bulunduğumuz çalkantılı coğrafyada dayatmacı politikalarla yeni bir korku duvarı olarak “Sevr sendromu”nu, “Yinon Planı” formunda yeniden egemen kılmaya çalışmaları karşısında, tehditkâr kutuplaştırıcı yaklaşımlarla meydan okuma politikalarını tercih etmek çözüm yolundaki beklentileri akamete uğratacağı gibi, hiçbir sonuca götürmesi de mümkün olmasa gerek.
Bu bağlamda, uzlaşmacı ve yapıcı bir jargonla yeni bir politik anlayış formüle etmek ve tüm etnisitelere yönelik kucaklayıcı, birleştirici ve bir arada var olma yolunda güçlü bir politik irade ile daha geniş perspektifli politikalar ortaya koymak, nitel anlamda yeni bir momentum (hareket gücü) özelliğinin ortaya çıkmasına zemin sağlayacaktır.
İktidarın D-8 bağlamında, bölgesel bütünlüğü sağlayacak çapta güçlü iradi adımlar atmak yerine, Suriye Cumhurbaşkanı Beşer Esed ve Irak Kürt Bölgesel lideri Mesut Barzani’nin salt kişiliklerine büyük yatırımlar yapmayı yeğlemesi, kartların yeniden dağıtılmasında yaşanan açmazı daha da mübeyyen bir hale sokmuştur.
İslam coğrafyası çok önceden sahip olduğu göreceli önemi yeniden elde etmesi için, öncelikle iş birliği temelinde, bölge ülkeleri arasındaki gerginliğin azaltılması, ortak politikaların geliştirilmesi ve çözüm bekleyen kaotik sorunların ortak akıl ile çözüme kavuşturulması kaçınılmazdır.
Yaklaşık on yıl önce, Uluslararası Kriz Grubu uzmanlarından Joost Hiltermann, ABD’nin onayı olmadan Türkiye’nin Kuzey Irak’a adım atmasının söz konusu olamayacağı şeklindeki ifadesinin halen geçerliliğini koruyup korumadığı varsayımıyla hareket etmekten çok, Türk, Kürt, Arap ve Acem kardeşliğine zarar getirebilecek her türlü olumsuz adımın, bölgeyi yeniden daha büyük bir kaos ortamına sokmasının ve şiddeti alevlendirmesinin kaçınılmaz olacağı gayet aşikârdır.
Bu amaç doğrultusunda, bizi daha sıkı bağlarla geçmişe bağlayan manevi duyguları gevşetmeye yönelik Siyonist hamlelere karşı daha duyarlı hareket etmememiz durumunda, bölgenin tamamen Amerikan ve İsrail hâkimiyeti altına girmesi söz konusu olacaktır. Amerika, bölgede üstünlüğünü şimdiye kadar görülmemiş çapta tesis etmeye çalışmakta olduğu gözlerden kaçmamaktadır.
Bu minvalde şunu görmek zorundayız ki, ABD, geçmişte insan hakları ve özgürlükler düzleminde öngördüğü “Pax-Americana” (Amerikan Barışı) yerine, artık Ortadoğu’nun enerji kaynaklarını kendisine payanda olarak belirlediği apaçık ortadadır.
Bunu sağlayabilmek için de bölgedeki maddi çıkarlarını ön planda tutan merkantil otokrasiler, kendi hükümranlıklarını devam ettirebilmek adına Ortadoğu’daki Amerikan varlığına büyük destek sağlamaktadırlar. Amerika’nın bölgedeki varlığı, Siyonist planların da daha hızlı şekilde uygulama alanı bulmasına neden olmaktadır.
Siyonist Yinon Planı dâhilinde, yeniden harekete geçirilen paramiliter unsurlardan sol tandanslı İran Kürdistan Demokratik Partisi’nin (HADAKA) 1996’da gerilla faaliyetlerine son vermesine rağmen, 2015’te Mustafa Hicri başkanlığında Kuzey Irak’ta silahlı faaliyete başlaması dikkat çekicidir. HADAKA’nın, daha önceden Abdullah Öcalan’ın seslendirdiği ve kısmen Kuzey Suriye’de uygulama alanı bulan şekliyle; İran’da federal demokratik bir İran hükümeti oluşturmak ve tüm etnisitelere yönelik kantonal çözüm formülünü seslendirmesi dikkat çekicidir.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Kuzey Irak’taki referandumu desteklemesinin ardındaki asıl ana nedenin başında, Kuzey Irak’taki otorite boşluğundan yararlanarak İran’ı HADAKA ile zayıflatmaya ve bu ülkede terörü yaygınlaştırmaya yöneliktir. Netanyahu, bu plan çerçevesinde ABD’den büyük destek almakta olduğu bilinen bir gerçektir.
Geçmişte, ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Ryan Croker’in Kuzey Irak’a yönelik olarak söylediği; “Hiçbir tehdit bizi Kuzey Irak politikamızdan alı koyamaz” sözünden hareketle, iktidarın düşmanlığı tetikleyecek hamasi verbal yaklaşımlar yerine, daha tutarlı ve tüm bölgedeki unsurları kucaklayıcı politikaları ön plana çıkarması gerekir kanaatini taşıyoruz.
Bu bölgede, global şer güçlerin oyunlarını bozabilmek adına, barış ve kardeşlik içerisinde bir gelecek tesisi için öncelikle Türkiye’nin atacağı adımlar büyük önem taşımaktadır. “Kan merkezli değil, can merkezli” yeni bir Ortadoğu hepimizin ortak amacı olsun.
Ekleme
Tarihi: 30 Eylül 2017 - Cumartesi
Kuzey Irak'ta Çözüm Arayışları
Global eğilimlerin, içinde bulunduğumuz çalkantılı coğrafyada dayatmacı politikalarla yeni bir korku duvarı olarak “Sevr sendromu”nu, “Yinon Planı” formunda yeniden egemen kılmaya çalışmaları karşısında, tehditkâr kutuplaştırıcı yaklaşımlarla meydan okuma politikalarını tercih etmek çözüm yolundaki beklentileri akamete uğratacağı gibi, hiçbir sonuca götürmesi de mümkün olmasa gerek.
Bu bağlamda, uzlaşmacı ve yapıcı bir jargonla yeni bir politik anlayış formüle etmek ve tüm etnisitelere yönelik kucaklayıcı, birleştirici ve bir arada var olma yolunda güçlü bir politik irade ile daha geniş perspektifli politikalar ortaya koymak, nitel anlamda yeni bir momentum (hareket gücü) özelliğinin ortaya çıkmasına zemin sağlayacaktır.
İktidarın D-8 bağlamında, bölgesel bütünlüğü sağlayacak çapta güçlü iradi adımlar atmak yerine, Suriye Cumhurbaşkanı Beşer Esed ve Irak Kürt Bölgesel lideri Mesut Barzani’nin salt kişiliklerine büyük yatırımlar yapmayı yeğlemesi, kartların yeniden dağıtılmasında yaşanan açmazı daha da mübeyyen bir hale sokmuştur.
İslam coğrafyası çok önceden sahip olduğu göreceli önemi yeniden elde etmesi için, öncelikle iş birliği temelinde, bölge ülkeleri arasındaki gerginliğin azaltılması, ortak politikaların geliştirilmesi ve çözüm bekleyen kaotik sorunların ortak akıl ile çözüme kavuşturulması kaçınılmazdır.
Yaklaşık on yıl önce, Uluslararası Kriz Grubu uzmanlarından Joost Hiltermann, ABD’nin onayı olmadan Türkiye’nin Kuzey Irak’a adım atmasının söz konusu olamayacağı şeklindeki ifadesinin halen geçerliliğini koruyup korumadığı varsayımıyla hareket etmekten çok, Türk, Kürt, Arap ve Acem kardeşliğine zarar getirebilecek her türlü olumsuz adımın, bölgeyi yeniden daha büyük bir kaos ortamına sokmasının ve şiddeti alevlendirmesinin kaçınılmaz olacağı gayet aşikârdır.
Bu amaç doğrultusunda, bizi daha sıkı bağlarla geçmişe bağlayan manevi duyguları gevşetmeye yönelik Siyonist hamlelere karşı daha duyarlı hareket etmememiz durumunda, bölgenin tamamen Amerikan ve İsrail hâkimiyeti altına girmesi söz konusu olacaktır. Amerika, bölgede üstünlüğünü şimdiye kadar görülmemiş çapta tesis etmeye çalışmakta olduğu gözlerden kaçmamaktadır.
Bu minvalde şunu görmek zorundayız ki, ABD, geçmişte insan hakları ve özgürlükler düzleminde öngördüğü “Pax-Americana” (Amerikan Barışı) yerine, artık Ortadoğu’nun enerji kaynaklarını kendisine payanda olarak belirlediği apaçık ortadadır.
Bunu sağlayabilmek için de bölgedeki maddi çıkarlarını ön planda tutan merkantil otokrasiler, kendi hükümranlıklarını devam ettirebilmek adına Ortadoğu’daki Amerikan varlığına büyük destek sağlamaktadırlar. Amerika’nın bölgedeki varlığı, Siyonist planların da daha hızlı şekilde uygulama alanı bulmasına neden olmaktadır.
Siyonist Yinon Planı dâhilinde, yeniden harekete geçirilen paramiliter unsurlardan sol tandanslı İran Kürdistan Demokratik Partisi’nin (HADAKA) 1996’da gerilla faaliyetlerine son vermesine rağmen, 2015’te Mustafa Hicri başkanlığında Kuzey Irak’ta silahlı faaliyete başlaması dikkat çekicidir. HADAKA’nın, daha önceden Abdullah Öcalan’ın seslendirdiği ve kısmen Kuzey Suriye’de uygulama alanı bulan şekliyle; İran’da federal demokratik bir İran hükümeti oluşturmak ve tüm etnisitelere yönelik kantonal çözüm formülünü seslendirmesi dikkat çekicidir.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Kuzey Irak’taki referandumu desteklemesinin ardındaki asıl ana nedenin başında, Kuzey Irak’taki otorite boşluğundan yararlanarak İran’ı HADAKA ile zayıflatmaya ve bu ülkede terörü yaygınlaştırmaya yöneliktir. Netanyahu, bu plan çerçevesinde ABD’den büyük destek almakta olduğu bilinen bir gerçektir.
Geçmişte, ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Ryan Croker’in Kuzey Irak’a yönelik olarak söylediği; “Hiçbir tehdit bizi Kuzey Irak politikamızdan alı koyamaz” sözünden hareketle, iktidarın düşmanlığı tetikleyecek hamasi verbal yaklaşımlar yerine, daha tutarlı ve tüm bölgedeki unsurları kucaklayıcı politikaları ön plana çıkarması gerekir kanaatini taşıyoruz.
Bu bölgede, global şer güçlerin oyunlarını bozabilmek adına, barış ve kardeşlik içerisinde bir gelecek tesisi için öncelikle Türkiye’nin atacağı adımlar büyük önem taşımaktadır. “Kan merkezli değil, can merkezli” yeni bir Ortadoğu hepimizin ortak amacı olsun.
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.