scale up vize
vize
İlhan ÜRKMEZ / Yönetim Danışmanı, Yazar ve Eğitmen
Köşe Yazarı
İlhan ÜRKMEZ / Yönetim Danışmanı, Yazar ve Eğitmen
 

Tarih Üzerine Siyaset Yapılmaz

“Hocam, bizim yöneticilerimize yöneticilik perspektifinden bakarak, değerlerin önemini anlatacağınız bir eğitim içeriği dizayn ederek verebilir misiniz?”   Geçmişte yönetim danışmanlığını yaptığım büyük bir şirketin sahibi ve yönetim kurulu başkanı bir görüşmemizde bana böyle demişti.   Uzun bir görüşme sonrası yöneticiler için şirketin değerlerine odaklı kalarak ve görüşmede aldığım notlara dayanarak “Başarılı Yöneticiler Neyi Doğru Yaparlar” adını taşıyan iki gün sürecek bir eğitim vermiştim.   Eğitim içeriğini dizayn ederken, eğitime nasıl başlayacağımı, hangi konuları nasıl ve ne şekilde anlatacağımı, konuya uygun örnekleri nasıl vereceğimi çok iyi düşünmüştüm.   Ve…O gün gelmişti.   18 kişiden oluşan her biri konusunda oldukça bilgili ve deneyimli yöneticilerin karşısındaydım. Tanışma faslını bitirdikten sonra eğitime başlamıştım.   “Doğru cevaplara doğru sorularla gidilir, doğru cevaplara yanlış sorularla gidilmez”, diyerek başladığım konuşmama, günün ilk sorusunu ekibe sorarak devam ettirmiştim.   “İçinizde yurt dışına gezmeye giden var mı?”, diyerek sorduğum soruda hemen hemen bütün katılımcıların ellerinin havaya kalktığını görmüştüm.   “Hangi ülkelere ya da şehirlere gittiniz?” diye sorduğumda ise ülkelerden Amerika, Fransa, İtalya, İngiltere, Yunanistan, Rusya, İspanya, Mısır, gibi ülkeler ve şehirlerden de Paris, Londra, Moskova, New York, Madrid gibi şehirler söylenmişti. Hatta bazı katılımcılar Paris’e ve Londra’ya birden çok gittiklerini söyleyerek, gezmeyi ne kadar çok sevdiklerini ifade etmişlerdi.   Soruma ilişkin cevapları aldıktan sonra şimdi sizlere günün ikinci sorusunu soracağım diyerek, cevap vermekte sıkıntı çekeceklerini ve mesajı algıladıktan sonra da üzülerek sessiz kalacaklarını bildiğim o can alıcı soruyu sormuştum.   “İçinizde evli olmayanlar tek başına, evli olanlar da eşiyle ve çocuklarıyla birlikte Çanakkale’yi görmeye giden var mı?”   18 kişinin için de sadece üç kişi elini kaldırmıştı.   Yaşları 35-55 aralığında olan diğerleri ise bu soruya cevap verememişlerdi. Bu tablo bu tür içerikte eğitim verdiğim her ortamda hep böyle olmuştu. Burda da öyle oldu.   Sonra onlara şu konuşmayı yapmıştım.   “Değerli arkadaşlar, biraz önce yurt dışında hangi ülkelere ve şehirlere gittiniz?, diye sorduğumda bir çok ülke ve şehir söylediniz. Sizi kutlarım çok iyi yapmışsınız, imkanlarınız ölçüsünde dünyayı gezmek ve farklı kültürleri görmek çok güzel. Ama dikkatinizi çekiyorum, iki kurşunun hava da çarpıştığı dünya insanlık tarihinde ki en kanlı savaşın yapıldığı ve çok dar bir alanda binlerce kayıp verdiğimiz bizi biz yapan Çanakkale savaşlarının yapıldığı yerden bahsediyorum. Aslında bizler, dünyayı gezmeden önce ve hatta yurt dışında birden çok gittiğimiz o şehirlere gitmeden önce Çanakkaleye gitmemiz gerekmez miydi?”   Başlar öne eğilirken salonda büyük bir sessizlik oluşmuştu.   Çanakkale savaşlarındaki başarı, Türk toplumunun sahip olduğu değerlerinin  sonucudur. Değerler tutkal gibidir. İnsanları birbirine bağlar, sorunlar karşısında insanları birleştirir ve tek vücut olmasını sağlar.   Bir toplumun değerleri, o toplumun fabrika ayarlarıdır. Bu sebeple; toplumun gücü, o toplumu oluşturan insanların paylaştıkları ortak değerlere olan bağlılığıyla ölçülür. Değerler herkesi aynı hedefe odaklar ve toplumda uyum ve birlik sağlar.   Toplumda ki herkes bu fabrika ayarlarına uymalıdır, zayıflatmak için değil güçlendirmek için çaba göstermelidir. Bir toplumun vatandaşı olmak demek, bedel ödenerek oluşturulmuş toplumun fabrika ayarlarına uymak demektir. Bu sebeple; bir toplumun fabrika ayarları bir kişinin ihtirasına ya da ideolojik tercihine kurban edilemeyecek kadar önemlidir.   Bir toplumun fabrika ayarları varsa, uğruna bedeller ödenmiş demektir.   Aynı durum hiç kuşkusuz şirketler için de geçerlidir. Bireysel başarı, şirketsel ve kurumsal başarı ve bir milletin başarısı, değerlerden ve bu değerlere sahip çıkmaktan geçer. Çünkü; değerler bir toplumu toplum yapan ya da bir şirketi şirket yapan özellikleri içinde barındırır.   Bir toplumun gücü, o toplumu oluşturan insanların paylaştıkları ortak değerlere olan bağlılığı ile ölçülür. Paylaşılan değerler ve ortak yaşanan heyecanlar insanları birbirine yaklaştırır, güven oluşturur ve birlik sağlar.   Değerler önemlidir ve insanları değerleri yönetir. Değerler, hayatta verdiğimiz kararlar için pusula görevi görür. Karar ve davranışlarımıza değerler yön verir. Gün içinde verdiğimiz her türlü kararın arkasında değerler ve bunlara bağlı inançlar vardır.   İnsanın sahip olduğu değer sistemi, o insanın karakteridir ve kimliğini oluşturur. Çünkü; insanlar, davranışlarını değerleriyle ortaya koyar. İnsanları değerleri yönetir. Değerler, kurallar ve kararlar  için pusuladır. Karar ve davranışlarımıza değerler yön verir. Gün içinde verdiğimiz her türlü kararın arkasında değerler ve bunlara bağlı inançlar vardır.   Eğitimin daha ilk saatinde beni artan oranda üst düzey dikkatle dinleyen katılımcılara “İşte ben bugün sizlere bu kadar önemli olan değerleri anlatacağım” diyerek aşağıdaki yazıyı okumuştum. Çok iyi hatırlıyorum; ”Şimdi bir ara verelim” diyerek, ilk oturumu sonlandırdığımda salonda bir alkış seli kopmuştu.   Bir Kahraman Takım ve Yahya Çavuştular..!   Yıl 1915, 25 Nisan. Düşman Çanakkale Eceabat Ertuğrul koyuna dayanmış. Bir Türk Taburu köyü korumakla görevli. Ancak iki alay düşman askeri denizden yağdırdığı binlerce ton mermi ile taburu neredeyse yok etmiş. Tabur komutanı 32 yaşındaki Konyalı Binbaşı Mahmut Bey şehit olunca, geriye kalan 68 kişinin komutasını 21 yaşındaki Samsunlu Asteğmen Haliloğlu Abdurrahim almış. O da şehit olunca komuta 28 yaşındaki Ezineli Yahya Çavuşa kalmış.   Düşmanın durdurulması gerekiyor.   Ancak bu bir mucize. Binlerce düşman askerine karşı 67 kişi. Evet, tam 67 kişi. Bu 67 kişi bir destan yazarak düşmanı tam 48 saat durdurmayı başarmış. Düşman orada bir Türk Tümeni var sanmış. 67 kişi düşmana 3000 kayıp verdirmiş. İnanması güç değil mi? Tam 3000 kayıp.   Deniz kıpkırmızı olmuş. Kan olmuş her yer. Yahya Çavuş, kopan bir bacağı tüfeğine sarılı olarak ölü bulunmuş çarpışma alanının tam ortasında.   Bir gün yolunuz Çanakkaleye düşerse, topraktan içinde 16-17 yaşlarında toy delikanlıların bile bulunduğu yüzbinlerce kefensiz kahramanın kokusu gelir burnunuza. Ayaklarınızın dibinde ki, gözlerinizin önünde ki Yahya Çavuşlar’ın sesleri yankılanır kulaklarınızda.   Bir gün yolunuz Çanakkaleye düşerse ve o toprakların üzerinde gezerseniz eğer, bir an için sezsiz kalın ve saygı durun bir sessizlik içinde. Rüzgarın sesini dinleyin. Muhtemelen önce ürpereceksiniz. Sonra da kalbinizi azmin ve gayretin inancıyla dolduracaksınız. Bir toplumun sahip olduğu değerlere tutunarak ortaya koyduğu “adanmışlığı” göreceksiniz.   Orada bir anıtta yazılı şu dizeleri okuyunca, muhtemelen çok duygulanacak ve belki de adanmış Yahya Çavuşlar için adanarak ağlayacaksınız;   “Bir kahraman takım ve Yahya çavuştular, Gün boyu iki ordu ile adanarak vuruştular. Allahı arzu ettiler, akşama kavuştular. Onlar ki bir kahraman takım ve Yahya Çavuştular.”   Ben oraları gezdiğimde için için ağlamıştım. Şanlı tarihimin yazıldığı o topraklar üzerinde duygulanmıştım. Öfkelenmiştim. Yoğun bir duygu seli içinde “onur” duymuştum. Onur duyarak üzerine bastığım toprağı avuçlamış ve koklamıştım. Sonra da tüm şehitler için dua etmiştim. Çok iyi hatırlıyorum; yanımdaki arkadaşıma şunları söylemiştim;“Onur varsa ve insanlar bunu hissedebiliyor ve yaratabiliyorlarsa işte o ‘onur’un yaratıldığı yer burasıdır. Üzerine bastığımız bu topraklar ve bulunduğumuz bu yer insanlık tarihinin ‘onur noktası’ dır. Adanmış insanların cennetlik mekanıdır.”   Japonya’nın başarısı üzerine yazılmış çok ciddi bir incelemede okumuştum. Japonya da artık gelenek haline gelmiş bir organizasyondan bahsediyordu araştırma. Şöyle ki; çocuklar okul çağına geldiklerinde Hiroşima ve Nagasaki kentlerine götürüyorlarmış. İkinci dünya savaşında atom bombasının atıldığı ve binlerce kişinin öldüğü, binlerce kişinin de sakat kaldığı Hiroşima ve Nagasaki kentlerini gezdirerek çocuklara o günleri anlatıp sonra da “İşte...Bunun için okumak zorundasınız..!” diyorlarmış.   İşte size bir ulusun sahip olduğu tarihin sonraki nesillere “gelecek adına” aktarımına muazzam bir örnek.   Bizim, dünya savaş tarihinde en kanlı savaş olarak yerini almış bir Çanakkalemiz var. Gelibolumuz var. Seddülbahirimiz, Arıburnumuz ve Anafartalarımız var. Conkbayırımız var. Sakaryamız var. Kocatepemiz var. Adını hak ederek almış Kahramanmaraşımız, Gaziantebimiz ve Şanlıurfamız var. Bizim yaşayan bir tarihimiz var. Bizim Çanakkalemiz var. Ama gidip görmüyoruz. Ziyaret edip çocuklarımıza anlatmıyoruz. Bunu yapmadığımız için tarihlerine karşı sorumluluk bilincine sahip olmayan günümüz gençliğinden “gelecek için” sorumluluk almalarını bekliyoruz.   Geçmişinden kopuk, kültürüne yabancı  ve tarihini bilmeyen bir toplum “gelecek projesi” oluşturamaz. Bunun dünya da örneği yok. İşte bu gerçeği hep göz ardı ediyoruz.   Tarih üzerine siyaset yapılamaz. Tarih gerçektir. Yaşanmıştır. Siyaset gelecek için yapılır. Siyasetin merkezinde ise “gelecek projesi” vardır. Tarihlerine sahip çıkamayan milletler “gelecek projesi” de oluşturamazlar. Gelecek projesi olmayanlar ise böyle bir projeye sahip olanların projelerinde “figüran” olurlar. Çünkü; geçmişten bugüne seni taşıyan bir projen yoksa, bugünden hareketle seni yarınlara götürecek projen de yok demektir.   Bugünü anlamak için ve adanarak yaşamanın onurunu yaşamak için Çanakkale Savaşlarını iyi bilmek, Geliboluyu çok iyi anlamak ve Yahya Çavuşları unutmamak gerek. 253 bin askerimizin vatan toprağını korumak için şehit olduğu Gelibolu yarımadasını görmeden, bugünkü Türkiye’yi anlamak zordur. Bir ulus düşününki 253 bin şehit verdiği savaşın olduğu o tarihte 10 milyon nüfusu olsun. Bir ulus düşünün ki 253 bin askerin öldüğü savaşta yetişmiş beyinlerini, doktorlarını, mühendislerini, avukatlarını, öğretmenlerini, subaylarını kaybetmiş olsun.   İşte o ulus biziz. Başkası değil. Bu sebeple, tarihimize sahip çıkmalıyız. Tarihine sen kendin sahip çıkmazsan “tarih” olursun. Tarihini unutanları millet “tarih” yapar. Unutulursun.   “Liderlik” konulu seminerlerimde ve konuşmalarımda bir liderin en büyük özelliklerinden birisinin yaptığı işe “adanması” olduğunu belirtirim. Bu yazı “adanmak” ve adanıldığı zaman gerçekleşmez gibi görünen mucizelerin gerçekleştiğini göstermek için yazılmıştır. (Aynı zaman da tarihini bilmeyen zır cahillerin okuyup bilgi sahibi olmalarını sağlamak için de yazılmıştır.)   Hangi ulusun tarihi böylesine adanan insanlar tarafından adanarak yazılmıştır? Bunu düşünmenizi isterim.   Akan gözyaşı kurur. Belki de unutulur. Ama tarihin gözyaşları kurumaz. Kurumamalı da. Unutulmaz. Unutulmamalı da. Tarihin gözyaşlarını kurutma. Sahip çık ve unutma.   İki günlük eğitimin sonunda katılımcıların eğitimle ilgili yorumlarını alırken bir katılımcı şunları söylemişti;   “Hocam siz bize ne yaptınız böyle…İçimizdeki bizi, biz ile tanıştırdınız. Benim kendi iç dünyamla ilgili kavgalı taraflarım vardı. Beni, ben ile barıştırdınız. Ne kadar teşekkür etsem azdır”, demişti.   Şimdi bugüne dönelim ve yazının sonuna doğru ders verici sonuçlar çıkararak yürüyelim.   Cahilliği ödüllendirmek, bilgeliği de cezalandırmak isteyen ve “Benim cehaletim de senin bilgin kadar değerlidir” düşüncesini bize satmaya çalışan, tarih bilincine ve tarih bilgisine sahip olmadığı halde otoriter yönetme gücüne yaslanarak konuşanlara sesleniyorum. Cahillik bulaşıcı bir hastalık gibidir, bu hastalığı kim taşıyorsa kendisi gibi cahillere bulaştırabilir ancak. Ama okuyarak bedel ödemiş kişiler bu hastalığa karşı çok güçlü antikor oluşturmuşlardır. Bu sebeple; cahilce konuşmalar bu hastalığa karşı antikor oluşturmuş kişilere işlemez.   Kendi cahilliği ile toplumu zehirlemeye, yeni ya da eski kokuşmuş hikayeler anlatarak insanları uyutmaya çalışandan, toplumun cahillik dozunu bilerek ve isteyerek arttırıp toplumu daha kolay yönetmek isteyenden ve toplumun bedel ödeyerek oluşturduğu fabrika ayarlarını değiştirmeye çalışandan değerleri olan vatansever lider olmaz.   Susadıkça deniz suyu içen insan olmaktan kurtul artık.   Öğrenme öğreneni, okuma okuyanı ve düşünme düşüneni değiştirir. Anlamak için okuyunuz ve öğrenmeye açık olunuz. Çünkü anlamadığımızı değiştiremeyiz ve geliştiremeyiz. Çünkü; insan anlamadığının tutsağı olur. Anlamadığına biat eder ve bağlanır.   Bakış açımızı değiştirmek ve yaşadığımız bugünün post-kapitalist dünyasında ne olup bittiğini anlamak zorundayız. Bu sebeple; nasıl yaşadığımız ne anladığımıza, ne anladığımız ne bildiğimize bağlıdır. Yaşamak için anlamak, anlamak için okumak, dinlemek, araştırmak ve bilgilenmek zorundayız.   Bilgi kaynaklarına ulaşmanın pahalı olduğunu ve kendini geliştirmeye zaman ayırmanın lüks olduğunu düşünen toplumlar, “göz ardı etmenin” bedelini öderler. Bu gerçeği unutmamalıyız.   Sokrates,“Sorgulanmayan yaşam yaşanmaya değmez” diyor. Yaşamı sorgulamadan yaşayan insanlar, yaşadıkları hayatı ne kadar hak ederek yaşayabilirler ki...   Özgürlük, sen doğarken hayatın sıfır noktasında sahip olduğun zenginliğindir. Almak için mücadele etmeyi değil, zaten sahip olduğun için korumayı gerektirir. Bu sebeple; özgürlük bedava değildir. İnsana hayatı pahasına bedel ödetir ve acı verir. Atalarımız böyle düşündüğü için Çanakkale savaşlarını bedel ödeyerek ve acı çekerek kazanmıştır. Lütfen şimdi derin bir nefes alın ve tarih bilgisine sahip olmadığı halde otoriter yönetme gücüne yaslanarak tarih üzerine siyaset yapanları düşünün. Kendi cahilliği ile toplumu zehirlemeye, yeni ya da eski kokuşmuş hikayeler anlatarak insanları uyutmaya çalışanları düşünün.   Atalarımızın bedel ödeyerek oluşturduğu bu devletin fabrika ayarlarını değiştirmek isteyenleri, bu milletin canını vererek yaptığı savaşların şuursuzca ve cahilce aslında yapılmadığını söyleyenleri düşünün.   Lütfen böyle düşünenlere ve unutanlara inat bir de Yahya Çavuşları düşünün.   Ne hissettiniz?   İşte şu an hissettiğin ne ise sakla onu. Sen o’sun çünkü. Unutma bunu. Yapman gerekeni yapman gereken zaman geldiğinde, yapman gerektiği gibi yapmak için koru onu. Korkma, çevrendeki insanlara anlat onu. Daha iyi bir Türkiye için yaşat onu..!   Çok zor değil bu…   Yapabilirsin ve yapmalısın.   Seni bunu yapmaya istekli hale getirecek ve seni ateşleyecek sebeplerin bu yazının için de gizli. Tekrar okuyabilirsin ya da bu yazıyı çevrendeki dostlarınla paylaşabilirsin mesela…   Çanakkale de bir anıtta yazılı şu dizeleri tekrar okuyabilirsiniz mesela…   “Bir kahraman takım ve Yahya çavuştular, Gün boyu iki ordu ile adanarak vuruştular. Allahı arzu ettiler, akşama kavuştular. Onlar ki bir kahraman takım ve Yahya Çavuştular.”   Özgürlük, sen doğarken hayatın sıfır noktasında sahip olduğun zenginliğindir. Almak için mücadele etmeyi değil, zaten sahip olduğun için korumayı gerektirir, cümlesini daha derinden anlamak için düşünebilirsin mesela…   Türk toplumunun geçmişten bugüne bedeller ödeyerek oluşturduğu değer merkezli fabrika ayarlarını değiştirmeye çalışanları, kendi cahilliği ile toplumu zehirlemeye, yeni ya da eski kokuşmuş hikayeler anlatarak insanları uyutmaya çalışanları ve toplumun cahillik dozunu arttırıp toplumu daha kolay yönetmek isteyenleri düşünerek, bu kişilerin kimler olduğunu sorgulayabilirsin mesela… Yazının bir yerinde ne demiştik; sorgulanmayan yaşam yaşanmaya değmez.  Yaşamı sorgulamadan yaşayan insanlar, yaşadıkları hayatı ne kadar hak ederek yaşayabilirler ki...
Ekleme Tarihi: 09 Mart 2023 - Perşembe
İlhan ÜRKMEZ / Yönetim Danışmanı, Yazar ve Eğitmen

Tarih Üzerine Siyaset Yapılmaz

“Hocam, bizim yöneticilerimize yöneticilik perspektifinden bakarak, değerlerin önemini anlatacağınız bir eğitim içeriği dizayn ederek verebilir misiniz?”

 

Geçmişte yönetim danışmanlığını yaptığım büyük bir şirketin sahibi ve yönetim kurulu başkanı bir görüşmemizde bana böyle demişti.

 

Uzun bir görüşme sonrası yöneticiler için şirketin değerlerine odaklı kalarak ve görüşmede aldığım notlara dayanarak “Başarılı Yöneticiler Neyi Doğru Yaparlar” adını taşıyan iki gün sürecek bir eğitim vermiştim.

 

Eğitim içeriğini dizayn ederken, eğitime nasıl başlayacağımı, hangi konuları nasıl ve ne şekilde anlatacağımı, konuya uygun örnekleri nasıl vereceğimi çok iyi düşünmüştüm.

 

Ve…O gün gelmişti.

 

18 kişiden oluşan her biri konusunda oldukça bilgili ve deneyimli yöneticilerin karşısındaydım. Tanışma faslını bitirdikten sonra eğitime başlamıştım.

 

“Doğru cevaplara doğru sorularla gidilir, doğru cevaplara yanlış sorularla gidilmez”, diyerek başladığım konuşmama, günün ilk sorusunu ekibe sorarak devam ettirmiştim.

 

“İçinizde yurt dışına gezmeye giden var mı?”, diyerek sorduğum soruda hemen hemen bütün katılımcıların ellerinin havaya kalktığını görmüştüm.

 

“Hangi ülkelere ya da şehirlere gittiniz?” diye sorduğumda ise ülkelerden Amerika, Fransa, İtalya, İngiltere, Yunanistan, Rusya, İspanya, Mısır, gibi ülkeler ve şehirlerden de Paris, Londra, Moskova, New York, Madrid gibi şehirler söylenmişti. Hatta bazı katılımcılar Paris’e ve Londra’ya birden çok gittiklerini söyleyerek, gezmeyi ne kadar çok sevdiklerini ifade etmişlerdi.

 

Soruma ilişkin cevapları aldıktan sonra şimdi sizlere günün ikinci sorusunu soracağım diyerek, cevap vermekte sıkıntı çekeceklerini ve mesajı algıladıktan sonra da üzülerek sessiz kalacaklarını bildiğim o can alıcı soruyu sormuştum.

 

“İçinizde evli olmayanlar tek başına, evli olanlar da eşiyle ve çocuklarıyla birlikte Çanakkale’yi görmeye giden var mı?”

 

18 kişinin için de sadece üç kişi elini kaldırmıştı.

 

Yaşları 35-55 aralığında olan diğerleri ise bu soruya cevap verememişlerdi. Bu tablo bu tür içerikte eğitim verdiğim her ortamda hep böyle olmuştu. Burda da öyle oldu.

 

Sonra onlara şu konuşmayı yapmıştım.

 

“Değerli arkadaşlar, biraz önce yurt dışında hangi ülkelere ve şehirlere gittiniz?, diye sorduğumda bir çok ülke ve şehir söylediniz. Sizi kutlarım çok iyi yapmışsınız, imkanlarınız ölçüsünde dünyayı gezmek ve farklı kültürleri görmek çok güzel. Ama dikkatinizi çekiyorum, iki kurşunun hava da çarpıştığı dünya insanlık tarihinde ki en kanlı savaşın yapıldığı ve çok dar bir alanda binlerce kayıp verdiğimiz bizi biz yapan Çanakkale savaşlarının yapıldığı yerden bahsediyorum. Aslında bizler, dünyayı gezmeden önce ve hatta yurt dışında birden çok gittiğimiz o şehirlere gitmeden önce Çanakkaleye gitmemiz gerekmez miydi?”

 

Başlar öne eğilirken salonda büyük bir sessizlik oluşmuştu.

 

Çanakkale savaşlarındaki başarı, Türk toplumunun sahip olduğu değerlerinin  sonucudur. Değerler tutkal gibidir. İnsanları birbirine bağlar, sorunlar karşısında insanları birleştirir ve tek vücut olmasını sağlar.

 

Bir toplumun değerleri, o toplumun fabrika ayarlarıdır. Bu sebeple; toplumun gücü, o toplumu oluşturan insanların paylaştıkları ortak değerlere olan bağlılığıyla ölçülür. Değerler herkesi aynı hedefe odaklar ve toplumda uyum ve birlik sağlar.

 

Toplumda ki herkes bu fabrika ayarlarına uymalıdır, zayıflatmak için değil güçlendirmek için çaba göstermelidir. Bir toplumun vatandaşı olmak demek, bedel ödenerek oluşturulmuş toplumun fabrika ayarlarına uymak demektir. Bu sebeple; bir toplumun fabrika ayarları bir kişinin ihtirasına ya da ideolojik tercihine kurban edilemeyecek kadar önemlidir.

 

Bir toplumun fabrika ayarları varsa, uğruna bedeller ödenmiş demektir.

 

Aynı durum hiç kuşkusuz şirketler için de geçerlidir. Bireysel başarı, şirketsel ve kurumsal başarı ve bir milletin başarısı, değerlerden ve bu değerlere sahip çıkmaktan geçer. Çünkü; değerler bir toplumu toplum yapan ya da bir şirketi şirket yapan özellikleri içinde barındırır.

 

Bir toplumun gücü, o toplumu oluşturan insanların paylaştıkları ortak değerlere olan bağlılığı ile ölçülür. Paylaşılan değerler ve ortak yaşanan heyecanlar insanları birbirine yaklaştırır, güven oluşturur ve birlik sağlar.

 

Değerler önemlidir ve insanları değerleri yönetir. Değerler, hayatta verdiğimiz kararlar için pusula görevi görür. Karar ve davranışlarımıza değerler yön verir. Gün içinde verdiğimiz her türlü kararın arkasında değerler ve bunlara bağlı inançlar vardır.

 

İnsanın sahip olduğu değer sistemi, o insanın karakteridir ve kimliğini oluşturur. Çünkü; insanlar, davranışlarını değerleriyle ortaya koyar. İnsanları değerleri yönetir. Değerler, kurallar ve kararlar  için pusuladır. Karar ve davranışlarımıza değerler yön verir. Gün içinde verdiğimiz her türlü kararın arkasında değerler ve bunlara bağlı inançlar vardır.

 

Eğitimin daha ilk saatinde beni artan oranda üst düzey dikkatle dinleyen katılımcılara “İşte ben bugün sizlere bu kadar önemli olan değerleri anlatacağım” diyerek aşağıdaki yazıyı okumuştum. Çok iyi hatırlıyorum; ”Şimdi bir ara verelim” diyerek, ilk oturumu sonlandırdığımda salonda bir alkış seli kopmuştu.

 

Bir Kahraman Takım ve Yahya Çavuştular..!

 

Yıl 1915, 25 Nisan. Düşman Çanakkale Eceabat Ertuğrul koyuna dayanmış. Bir Türk Taburu köyü korumakla görevli. Ancak iki alay düşman askeri denizden yağdırdığı binlerce ton mermi ile taburu neredeyse yok etmiş. Tabur komutanı 32 yaşındaki Konyalı Binbaşı Mahmut Bey şehit olunca, geriye kalan 68 kişinin komutasını 21 yaşındaki Samsunlu Asteğmen Haliloğlu Abdurrahim almış. O da şehit olunca komuta 28 yaşındaki Ezineli Yahya Çavuşa kalmış.

 

Düşmanın durdurulması gerekiyor.

 

Ancak bu bir mucize. Binlerce düşman askerine karşı 67 kişi. Evet, tam 67 kişi. Bu 67 kişi bir destan yazarak düşmanı tam 48 saat durdurmayı başarmış. Düşman orada bir Türk Tümeni var sanmış. 67 kişi düşmana 3000 kayıp verdirmiş. İnanması güç değil mi? Tam 3000 kayıp.

 

Deniz kıpkırmızı olmuş. Kan olmuş her yer. Yahya Çavuş, kopan bir bacağı tüfeğine sarılı olarak ölü bulunmuş çarpışma alanının tam ortasında.

 

Bir gün yolunuz Çanakkaleye düşerse, topraktan içinde 16-17 yaşlarında toy delikanlıların bile bulunduğu yüzbinlerce kefensiz kahramanın kokusu gelir burnunuza. Ayaklarınızın dibinde ki, gözlerinizin önünde ki Yahya Çavuşlar’ın sesleri yankılanır kulaklarınızda.

 

Bir gün yolunuz Çanakkaleye düşerse ve o toprakların üzerinde gezerseniz eğer, bir an için sezsiz kalın ve saygı durun bir sessizlik içinde. Rüzgarın sesini dinleyin. Muhtemelen önce ürpereceksiniz. Sonra da kalbinizi azmin ve gayretin inancıyla dolduracaksınız. Bir toplumun sahip olduğu değerlere tutunarak ortaya koyduğu “adanmışlığı” göreceksiniz.

 

Orada bir anıtta yazılı şu dizeleri okuyunca, muhtemelen çok duygulanacak ve belki de adanmış Yahya Çavuşlar için adanarak ağlayacaksınız;

 

“Bir kahraman takım ve Yahya çavuştular,

Gün boyu iki ordu ile adanarak vuruştular.

Allahı arzu ettiler, akşama kavuştular.

Onlar ki bir kahraman takım ve Yahya Çavuştular.”

 

Ben oraları gezdiğimde için için ağlamıştım. Şanlı tarihimin yazıldığı o topraklar üzerinde duygulanmıştım. Öfkelenmiştim. Yoğun bir duygu seli içinde “onur” duymuştum. Onur duyarak üzerine bastığım toprağı avuçlamış ve koklamıştım. Sonra da tüm şehitler için dua etmiştim. Çok iyi hatırlıyorum; yanımdaki arkadaşıma şunları söylemiştim;“Onur varsa ve insanlar bunu hissedebiliyor ve yaratabiliyorlarsa işte o ‘onur’un yaratıldığı yer burasıdır. Üzerine bastığımız bu topraklar ve bulunduğumuz bu yer insanlık tarihinin ‘onur noktası’ dır. Adanmış insanların cennetlik mekanıdır.”

 

Japonya’nın başarısı üzerine yazılmış çok ciddi bir incelemede okumuştum. Japonya da artık gelenek haline gelmiş bir organizasyondan bahsediyordu araştırma. Şöyle ki; çocuklar okul çağına geldiklerinde Hiroşima ve Nagasaki kentlerine götürüyorlarmış. İkinci dünya savaşında atom bombasının atıldığı ve binlerce kişinin öldüğü, binlerce kişinin de sakat kaldığı Hiroşima ve Nagasaki kentlerini gezdirerek çocuklara o günleri anlatıp sonra da “İşte...Bunun için okumak zorundasınız..!” diyorlarmış.

 

İşte size bir ulusun sahip olduğu tarihin sonraki nesillere “gelecek adına” aktarımına muazzam bir örnek.

 

Bizim, dünya savaş tarihinde en kanlı savaş olarak yerini almış bir Çanakkalemiz var. Gelibolumuz var. Seddülbahirimiz, Arıburnumuz ve Anafartalarımız var. Conkbayırımız var. Sakaryamız var. Kocatepemiz var. Adını hak ederek almış Kahramanmaraşımız, Gaziantebimiz ve Şanlıurfamız var. Bizim yaşayan bir tarihimiz var. Bizim Çanakkalemiz var. Ama gidip görmüyoruz. Ziyaret edip çocuklarımıza anlatmıyoruz. Bunu yapmadığımız için tarihlerine karşı sorumluluk bilincine sahip olmayan günümüz gençliğinden “gelecek için” sorumluluk almalarını bekliyoruz.

 

Geçmişinden kopuk, kültürüne yabancı  ve tarihini bilmeyen bir toplum “gelecek projesi” oluşturamaz. Bunun dünya da örneği yok. İşte bu gerçeği hep göz ardı ediyoruz.

 

Tarih üzerine siyaset yapılamaz. Tarih gerçektir. Yaşanmıştır. Siyaset gelecek için yapılır. Siyasetin merkezinde ise “gelecek projesi” vardır. Tarihlerine sahip çıkamayan milletler “gelecek projesi” de oluşturamazlar. Gelecek projesi olmayanlar ise böyle bir projeye sahip olanların projelerinde “figüran” olurlar. Çünkü; geçmişten bugüne seni taşıyan bir projen yoksa, bugünden hareketle seni yarınlara götürecek projen de yok demektir.

 

Bugünü anlamak için ve adanarak yaşamanın onurunu yaşamak için Çanakkale Savaşlarını iyi bilmek, Geliboluyu çok iyi anlamak ve Yahya Çavuşları unutmamak gerek. 253 bin askerimizin vatan toprağını korumak için şehit olduğu Gelibolu yarımadasını görmeden, bugünkü Türkiye’yi anlamak zordur. Bir ulus düşününki 253 bin şehit verdiği savaşın olduğu o tarihte 10 milyon nüfusu olsun. Bir ulus düşünün ki 253 bin askerin öldüğü savaşta yetişmiş beyinlerini, doktorlarını, mühendislerini, avukatlarını, öğretmenlerini, subaylarını kaybetmiş olsun.

 

İşte o ulus biziz. Başkası değil. Bu sebeple, tarihimize sahip çıkmalıyız. Tarihine sen kendin sahip çıkmazsan “tarih” olursun. Tarihini unutanları millet “tarih” yapar. Unutulursun.

 

“Liderlik” konulu seminerlerimde ve konuşmalarımda bir liderin en büyük özelliklerinden birisinin yaptığı işe “adanması” olduğunu belirtirim. Bu yazı “adanmak” ve adanıldığı zaman gerçekleşmez gibi görünen mucizelerin gerçekleştiğini göstermek için yazılmıştır. (Aynı zaman da tarihini bilmeyen zır cahillerin okuyup bilgi sahibi olmalarını sağlamak için de yazılmıştır.)

 

Hangi ulusun tarihi böylesine adanan insanlar tarafından adanarak yazılmıştır? Bunu düşünmenizi isterim.

 

Akan gözyaşı kurur. Belki de unutulur. Ama tarihin gözyaşları kurumaz. Kurumamalı da. Unutulmaz. Unutulmamalı da. Tarihin gözyaşlarını kurutma. Sahip çık ve unutma.

 

İki günlük eğitimin sonunda katılımcıların eğitimle ilgili yorumlarını alırken bir katılımcı şunları söylemişti;   “Hocam siz bize ne yaptınız böyle…İçimizdeki bizi, biz ile tanıştırdınız. Benim kendi iç dünyamla ilgili kavgalı taraflarım vardı. Beni, ben ile barıştırdınız. Ne kadar teşekkür etsem azdır”, demişti.

 

Şimdi bugüne dönelim ve yazının sonuna doğru ders verici sonuçlar çıkararak yürüyelim.

 

Cahilliği ödüllendirmek, bilgeliği de cezalandırmak isteyen ve “Benim cehaletim de senin bilgin kadar değerlidir” düşüncesini bize satmaya çalışan, tarih bilincine ve tarih bilgisine sahip olmadığı halde otoriter yönetme gücüne yaslanarak konuşanlara sesleniyorum. Cahillik bulaşıcı bir hastalık gibidir, bu hastalığı kim taşıyorsa kendisi gibi cahillere bulaştırabilir ancak. Ama okuyarak bedel ödemiş kişiler bu hastalığa karşı çok güçlü antikor oluşturmuşlardır. Bu sebeple; cahilce konuşmalar bu hastalığa karşı antikor oluşturmuş kişilere işlemez.

 

Kendi cahilliği ile toplumu zehirlemeye, yeni ya da eski kokuşmuş hikayeler anlatarak insanları uyutmaya çalışandan, toplumun cahillik dozunu bilerek ve isteyerek arttırıp toplumu daha kolay yönetmek isteyenden ve toplumun bedel ödeyerek oluşturduğu fabrika ayarlarını değiştirmeye çalışandan değerleri olan vatansever lider olmaz.

 

Susadıkça deniz suyu içen insan olmaktan kurtul artık.

 

Öğrenme öğreneni, okuma okuyanı ve düşünme düşüneni değiştirir. Anlamak için okuyunuz ve öğrenmeye açık olunuz. Çünkü anlamadığımızı değiştiremeyiz ve geliştiremeyiz. Çünkü; insan anlamadığının tutsağı olur. Anlamadığına biat eder ve bağlanır.

 

Bakış açımızı değiştirmek ve yaşadığımız bugünün post-kapitalist dünyasında ne olup bittiğini anlamak zorundayız. Bu sebeple; nasıl yaşadığımız ne anladığımıza, ne anladığımız ne bildiğimize bağlıdır. Yaşamak için anlamak, anlamak için okumak, dinlemek, araştırmak ve bilgilenmek zorundayız.

 

Bilgi kaynaklarına ulaşmanın pahalı olduğunu ve kendini geliştirmeye zaman ayırmanın lüks olduğunu düşünen toplumlar, “göz ardı etmenin” bedelini öderler. Bu gerçeği unutmamalıyız.

 

Sokrates,“Sorgulanmayan yaşam yaşanmaya değmez” diyor. Yaşamı sorgulamadan yaşayan insanlar, yaşadıkları hayatı ne kadar hak ederek yaşayabilirler ki...

 

Özgürlük, sen doğarken hayatın sıfır noktasında sahip olduğun zenginliğindir. Almak için mücadele etmeyi değil, zaten sahip olduğun için korumayı gerektirir. Bu sebeple; özgürlük bedava değildir. İnsana hayatı pahasına bedel ödetir ve acı verir. Atalarımız böyle düşündüğü için Çanakkale savaşlarını bedel ödeyerek ve acı çekerek kazanmıştır.

Lütfen şimdi derin bir nefes alın ve tarih bilgisine sahip olmadığı halde otoriter yönetme gücüne yaslanarak tarih üzerine siyaset yapanları düşünün. Kendi cahilliği ile toplumu zehirlemeye, yeni ya da eski kokuşmuş hikayeler anlatarak insanları uyutmaya çalışanları düşünün.

 

Atalarımızın bedel ödeyerek oluşturduğu bu devletin fabrika ayarlarını değiştirmek isteyenleri, bu milletin canını vererek yaptığı savaşların şuursuzca ve cahilce aslında yapılmadığını söyleyenleri düşünün.

 

Lütfen böyle düşünenlere ve unutanlara inat bir de Yahya Çavuşları düşünün.

 

Ne hissettiniz?

 

İşte şu an hissettiğin ne ise sakla onu. Sen o’sun çünkü. Unutma bunu. Yapman gerekeni yapman gereken zaman geldiğinde, yapman gerektiği gibi yapmak için koru onu. Korkma, çevrendeki insanlara anlat onu. Daha iyi bir Türkiye için yaşat onu..!

 

Çok zor değil bu…

 

Yapabilirsin ve yapmalısın.

 

Seni bunu yapmaya istekli hale getirecek ve seni ateşleyecek sebeplerin bu yazının için de gizli. Tekrar okuyabilirsin ya da bu yazıyı çevrendeki dostlarınla paylaşabilirsin mesela…

 

Çanakkale de bir anıtta yazılı şu dizeleri tekrar okuyabilirsiniz mesela…

 

“Bir kahraman takım ve Yahya çavuştular,

Gün boyu iki ordu ile adanarak vuruştular.

Allahı arzu ettiler, akşama kavuştular.

Onlar ki bir kahraman takım ve Yahya Çavuştular.”

 

Özgürlük, sen doğarken hayatın sıfır noktasında sahip olduğun zenginliğindir. Almak için mücadele etmeyi değil, zaten sahip olduğun için korumayı gerektirir, cümlesini daha derinden anlamak için düşünebilirsin mesela…

 

Türk toplumunun geçmişten bugüne bedeller ödeyerek oluşturduğu değer merkezli fabrika ayarlarını değiştirmeye çalışanları, kendi cahilliği ile toplumu zehirlemeye, yeni ya da eski kokuşmuş hikayeler anlatarak insanları uyutmaya çalışanları ve toplumun cahillik dozunu arttırıp toplumu daha kolay yönetmek isteyenleri düşünerek, bu kişilerin kimler olduğunu sorgulayabilirsin mesela…

Yazının bir yerinde ne demiştik; sorgulanmayan yaşam yaşanmaya değmez.  Yaşamı sorgulamadan yaşayan insanlar, yaşadıkları hayatı ne kadar hak ederek yaşayabilirler ki...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve turkishpress.co.uk sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.