Hrant’ı neden vurdunuz?
Gazetecilerin ortak kaderidir, seven kadar sevmeyenleride vardır.
Doğruyu söyleyen haksızlıklara tahammül edemeyenlerini ise yaşarken öldürüldüğümüz, ölürken izlediğimiz zamanlardan geçtik etnik kökeni, inancı ne olursa olsun fikirlerini söylerken sadece doğruları dile getirdiği için birilerinin hoşuna gitmediğinde onları yok etmek için herzaman bir tetikçi hazır bulundu.
Tetiği çekenler kadar sessiz kalanlarda tetikçiler kadar suçludur.
Hrant’ı Vurdunuz, Uğur Mumcu’yu yok ettiniz, yaşarken Hasan Karakaya’yı linç ettinizde ne oldu kimlerin işine yaradı.
Hedef şaşırtmak içinde bu cinayetlerinizi islamla bağdaştırdınız.
İnsanları uydurduğunuz yalanlarınıza inandırdınız.
Bakın Hrant neden vuruldu sadece ve sadece doğruları söylediği için doğup büyüdüğü, yaşadığı, vatan bildiği ülkeye ve ülkesinin değerlerine asla ihanet etmediği için vuruldu.
Bakın Hrant kendi halkının değerlerine savaş açanlar İçin o dönemde neler yazmış...
Çağdaş Yobazlar
Kızının mezuniyet törenine giden ama başı kapalı olduğu için törene alınmayan ananın o anda yaşadıklarının nasıl bir ruh hali olabileceğini diğer analara bırakayım.
Ben daha ziyade kendimi babanın yerine koymaya çalışıyorum.
Aslında “yerine koymak” da zayıf bir laf.
Olayın görüntülerini izleyen için “yerine koyma”nın da gereği yoktu. Eğer şu kadarcık kadar dahi bir insanlığınız kalmışsa, zaten siz o olmalıydınız ve onun içinde kopan fırtına sizin içinizde de gürlüyor olmalıydı.
Nitekim ben de o baba kadar sarsılıdım.
O anda ben o babaydım ve yaşadığım onun yaşadığı kadar büyük bir depremdi.
Babanın kızının mezuniyet formasını çekerek “Gel kızım, madem bizi almıyorlar sen de gel, gidelim buradan” dediği sahne sanki depremden kaçışın ta kendisiydi.
Sahi o depremin şiddetini içinizde ölçen biri oldu mu?
Kaç şiddetindeydi?
Delal kızımla eşim geldi aklıma o an.
Kızım Amerika’da okuyor, önemli bir aksilik çıkmazsa Ağustos’da doktorasını tamamlayacak, kısmet olursa anasıyla birlikte gideceğiz mezuniyet törenine.
Şimdiden o mezuniyet töreninin heyecanı içindeyiz.
Kabul edersiniz ki bu çok da haklı bir heyecan.
«cuklarımızın bu türden kıvancını paylaşabileceğimiz koca ömrümüzde kaç ritüelimiz var ki?
Ama işte o baba ve ana, böylesi bir kıvanç paylaşımından anlamsız bir sebeple mahrum kaldılar.
Niye bilmem o an kendimden de utandım. Kadının başörtüsünü alıp Hıristiyan eşimin kafasına geçiresim ve içeri dalasım, ardından da “Hadi gelin bizi de dışarı atın” diye bağırasım geldi.
Kendilerine “Biz laikiz” diyen laikçiler ya ne yaptıklarının farkında değiller, ya da yaptıkları işten iyi geçiniyor olmalılar.
İşin kazancı bereketli olmalı ki habire iş üretiyorlar.
Hani sürekli dini siyasete alet edenlerden yakınıyorlar ama galiba asıl, dini siyasete alet etmeye çalışanlar onlar.
Kimbilir bu şekilde birilerinin gözüne girip akademik kariyer de yapıyor olabilirler.
Onları da gayrı “Başörtüsünden ve türbandan geçinenler kategorisi”ne almakta hiçbir mahzur yok.
Yaşlı başlı anaların başlarıyla uğraşan bu işgüzarları aslında laik kesimlerin dışlaması da şart. Aksi takdirde yobazlık dedikleri kavram dindarları terkedip asıl bu kesime musallat olacak.
Sonuçta da bizim laikçiler birer çağdaş yobaz olup çıkacaklar.
Şimdi biliyorum, bazı solcu arkadaşlar, “Ne yani, şimdi özgürlük ve demokratlık adına biz bu karanlık güçlere geçit mi vereceğiz? Sivas Madımak’ta aydınları bunlar yakmadı mı, onları unutacak mıyız?” şeklinde örnekler sıralayarak, gerici zihniyete karşı mücadelenin erdeminden bahsedecekler…
Ama kusura bakmasınlar… Benim artık o türden antidemokratik ve yanlış kurgulanan, götürü usul erdemlere karnım tok.
Madımak’ı ve benzerlerini ne unuturum ne de unuttururum. «Çağdaş ve demokratik bir düzeni yok etmeye yeltenecek her tür tasalluta olduğu gibi, dinci kesimden gelecek siyasi müdahaleye karşı da sonuna kadar mücadele ederim ama bu mücadelenin adresini asla şaşırmayacağım gibi, bedelini de hiçbir günahsızdan çıkarmam. Hele de kızının mezuniyet törenine katılacak bir anaya “ cıkar başındakini, yoksa içeri giremezsin” terbiyesizliğinde hiç bulunmam.
Bu tutumlarıyla eğer, laikçiler baş açıklığını çağdaşlık, baş kapalılığını da yobazlık olarak yutturmaya çalışıyor ve “Ya çağdaşlık ya da yobazlık” ikilemi arasında toplumu bir seçime zorluyorlarsa, bunun doğru bir yol olmadığını artık kabul etmeliler.
Bu ikilemin çok gerçekçi olmadığı ortada… ‹lkemizdeki ve Doğu’daki başı kapalı nice aydın, ilerici ve devrimci kadına bu bir hakarettir.
Asıl tehlike, başı açık sözde çağdaşların yobazlığıdır.
Hrant DİNK