Herkesin hayatında mutlaka yitik olan, hatırlamadığı veya hatırlamak istemediği bir dönemi vardır. Ancak bu öyle kolay değil. Çünkü beynimiz o kadar sistemli çalışıyor ki, hatırlamadığımızı zannettiğimiz bütün yaşanmışlıklarımız, sürekli bilinçaltında dönüyor. Bilinçaltı terimi ilk kez Sigmund Freud tarafından kullanılmıştır. Farkında olmadan kişinin her anına ait verileri toplayan ve kategorilendiren uyku da dahil sürekli çalışan bir sistemdir. S. Freud’a göre insanların kendi içinde yüzleşmeye cesaret edemediği yaşanmışlıkları, bilinçaltına itilmiş korkuları bütün ilişkilerini ve tüm hayatını etkiler. Özellikle erken çocukluk dönemi denilen 0-6 yaş aralığında yaşanmış olumsuzluklar, travmalar, bastırılmış duygular, düşünceler bilinçaltında tutulur. O nedenle erken çocukluk çağı insan hayatının en kritik dönemidir. Kişiliğin geliştiği ve bireyin gelecekte kim olacağının şekillenmeye başladığı hayat yolculuğunun en önemli evresidir. Bu evrede yitik çocukluk yaşamış olmak aslında yitik bir yetişkinliğinde ayak sesleridir. Çünkü bu kritik zamanlarda (0-6 yaş) yaşanılan her şey yetişkinlikte bilinçaltı denilen gizli sandıktan bir yolunu bulup da dışarı dökülenlerden ibarettir.
Peki Yitik Çocukluk dediğimiz şey ne olabilir?
Annesiz, şefkatli bir dokunuşa, sıcak bir nefese muhtaç büyümek mi? Babasız, boynu bükük, sırtını yaslayacağı yüce bir dağ olmadan, tüm dağları sırtlayıp da büyümek mi?
Hem annesiz hem babasız, kalabalıklar içinde, kimsesiz, parklarda bahçelerde oynayamadan küçücük yüreğiyle büyümek zorunda kalıp, dünya denen bu koca hanede hiç bir yere sığamamak mı?
Sabah akşam tartışma, hakaret şiddet ortamında kendini bir yuvaya ait hissetmeye çalışırken değersizliğin dibine vurup koca bir hiçlik dehlizinde kaybolmak mı?
Sıcak bir yuvada gözlerini açıp annesi-babası hep birlikte yaşarken, hayatın virajlarla, yokuşlarla sınadığı, yolları ayırdığı, ne annesine doyan ne de babasına doyan her ikisinin arasında gidip gelirken iki arada sıcak yuvasına hasret kalmak mı?
Yediği önünde yemediği arkasında varlıklar içinde yaşarken, iki çift güzel sözden bir sıcak kucaktan mahrum kalarak bir ömür o sevgiyi aramak mı?
Her imkana sahip elinde son model cihazlarla bütün zamanını sosyal medyada harcayıp mutlu olduğunu zannederken, aslında samimi bir gülüşe, gerçek bir dostluğa ne kadar muhtaç olduğuna gözünü kulağını kapatmak mı?
Yatacak iyi kötü bir yatağı bile olmadan, sokakların soğuk kaldırım taşlarını, yıkık metruk binaları evi bilip de akşam karanlığı bastırınca dönüp geldiği kapısız, penceresiz bu mekanları yüreğiyle ısıtmaya çalışmak mı?
Uzuvları, organları eksik olan veya hiç olmayan, ama bunu bir eksiklik olarak görmeyip tüm gayretiyle hayatın içinde var olmaya çalışarak yaşama sıkı sıkı tutunmak mı?
Çalışmak zorunda olan ya da zorla çalıştırılan, okul yüzü görmemiş, eli kalem tutmamış, iki satır yazı okuyamamış düzenli bir uyku yüzü görmeden çalışırken, eli yüzü kir pas içinde kalmak mı?
Kendi varlığını fark edip de değer görmek için çırpınırken diğer kardeşten, kuzenden, komşunun çocuğundan daha değersiz olduğunu anlayıp, en acımasız kıyasların ve eleştirilerin kurbanı olmak mı?
Annesinin babasının dizinin dibinde büyüyüp, çevredekiler ne der korkusuyla içten bir sevilmek nasip olmamışken, torun için can feda diyen ana babalarını koca bir iç çekişin derinliğiyle izlemek mi?
Anne babaları tarafından gelecek kaygısının yüküyle, oyun oynaması gereken yaşlarda o kurs senin bu kurs benim koşuşturulurken, tüm zamanını oyunsuz geçirip içinde bulunduğu dönemin ihtiyaçları görmezden gelinerek yok sayılmak mı?
Sevgiye muhtaç kalmış yüreği ile kaç yaşına gelmiş olursa olsun içindeki çocuğu herkesten saklamak mı? Hiç büyümeden sevgiye muhtaç o çocuğu yaşatmaya çalışıp hiçbir zaman yetişkin olamamak mı?
Bir hastalığın pençesinde hastanede, evde yatağa mahkum yaşarken koşup oynayan yaşıtlarının arasına karışamamak mı?
Vatanım dediğin topraklarda dünyaya gözlerini açıp da, bin bir türlü dünya nimetlerine sahip o vatanında, payına düşen açlık ve susuzlukla sınanmak mı?
Kendine ait toprakların, vatanın zalimler tarafından talan edilip de daha ne olduğunu bile anlayamadan şu koca cihandan sessiz çığlıklarla koparılmak mı?
‘Anne! Baba! Kimse yok mu? Ses verin!’ diyen titrek bağırışlarla enkazın altında umut aramak mı? Enkazdan sağ çıkarılıp, nefes alırken etrafındaki herkese, her şeye yabancı olmak mı?
Hayat herkese adil davranmıyor bunu çok acı tecrübelerle öğreniyoruz maalesef ki. Zamanın tanıklığında, kimileri bir ömür olgunlaşmamış yüreğiyle yitik çocukluğunun parçalarını ararken, kimileri de sahip olduklarının kıymetini bilmeden avuçlarının içinden akıp giden zamana aldırış etmeden hayatı har vurup harman savuruyor…
Peki, zaman bizlerin yaşamında nelere tanıklık etti/ediyor? Kimler yitik çocukluğunun peşinde, kimler varlık içinde kıymet bilmediklerinin izinde kim bilir? Tabii bunu en iyi kişinin kendisi bilir…
Zamanı geriye götürmek mümkün değil elbette, ama bugünü ve bundan sonrasını değiştirebiliriz. İçinde bulunduğumuz ve hızla akıp giden zamanın, çocukların yarınlarında mutluluklara, huzura, tamamlanmışlıklara tanıklık etmesi için biz yetişkinlere bugün çok iş düşüyor. Sadece ebeveyn demiyorum yetişkinler diyorum, çünkü çocukların ailede başlayan öğrenme serüveni sosyal çevrede devam ediyor. Çocukların doğrudan veya dolaylı olarak iletişim kuracağı herkesin bu bilinçle davranması çok kıymetli…
Ne yapılabilir?
Çocuklara sağlam yarınlar bırakmak bugünden elini taşın altına koyarak olur. Bunun için yetişkinler olarak nasıl bir tutum içerisinde olmalıyız? Bu sorunun cevabını dilim döndüğünce vermeye çalışayım.
Öncelikle işe kendimizi severek başlamalıyız. Çünkü sevmek kişinin kendinden başlar ve çevresine yayılır. Sevmeyi bilmek ve çocuklara bunu hissettirmek önemlidir. Severken de koşulsuz şartsız ve sınırsızca sevebilmek gerekir. (Buradaki sınırsızlıktan kastım sadece sevginin sunulmasına dair.) İçinde bulunulan an’ın tekrarı olmadığını bilerek o bilinçle yaşamak ve sevdiklerimizle en güzel anları oluşturmaya çalışmak, yaşam rehberimizin ilk sayfasına hoş görü, şefkat ve merhameti yerleştirip her işimize onlarla başlamak ve her daim onlarla muamele edebilmek. Çevremizdekilere adaletli ve hakkaniyetli bir tavırla muamele edebilmek. Öncelikle kendi iç huzurumuzu sağlarken, çocuklarımıza ve yakın çevremize de çok doğru bir rol model olmanın rahatlığını getirir.
Karşımızdakilerle empati kurabilmek; onları anlayıp, dertleriyle hemhal olabilmek, aynı pencereden bakıp birlikte yürüyebilmek. Bize anlatılanları samimi ve içten bir duruşla dinleyebilmek, eleştirmeden anlayabilmek.
Şu durağı belli olmayan hayat yolunda sadece ben, önce ben, hep ben demeyi bırakıp, yanımızdakilerle biz olabilmek ve öyle yol alabilmek.
Çağın gereklerine göre kendini geliştiren ve yenileyen, teknolojiyi doğru ve bilinçli kullanabilen bireyler olabilmek...
Unutmayalım içinde bulunduğumuz her an çok kıymetli ve tekrarı yok.
Yitik çocukluk çıkmazından tamamlanmış gençlik yolunda bir ömür harcamanız dileğiyle…
HAFTANIN ÖNERİSİ: Bu hafta bir zaman yolculuğuna çıkmaya ne dersiniz? Kendinizde eksik fazla ne varsa keşfetmek ve yüzleşmek iyileşmenin ilk adımıdır. Unutmayınız, anne baba iyiyse, mutluysa, çocuklar da iyi ve mutlu olur.