İyileştirilmeyen küçük korkular, büyük kaygılara gebedir…
Hepimizin yüreğinde, beyninde, ruhunda, içimizde bir yerlerde çook derinlerde saklı, bildiğimiz veya farkında dahi olmadığımız ama arka planda bizi ve davranışlarımızı yöneten birtakım korkularımız ve kaygılarımız vardır.
İnsanın bedensel ve ruhsal varlığını tehlikede görmesi sonucu yaşadığı huzursuzluk kişide korku ve kaygıya neden olur. Yaşamı tehdit eden gerçek tehlike karşısında hissedilen duygu korku olarak adlandırılmaktadır. Nedeni belli olmayan, ortada hiçbir somut tehlike olmamasına karşın kişinin yaşadığı huzursuzluk, tedirginlik hali ise kaygı (anksiyete) olarak adlandırılmaktadır.(*)
Korku/kaygının azı bazen iyidir, insanın kendini korumaya alabilmesi için, başarıya ulaşmada önemli bir uyarandır. Fazlası da insanın tüm hayatını esareti altında alan gizli bir düşmandır.
Ve korku dediğimiz şey aile ve çevrenin el ele vererek çocuklara çok iyi öğrettiği bir duygudur.
Küçükken çocuklar korkusuzca, cesurca içlerinden geldiği gibi davranırlar ve çok da mutludurlar. Biz anne babalara da çocukların bu cesur, özgür ve mutlu halleri batıyor olmalı ki onları korkunun esiri yapmak için var gücümüzle çalışıyoruz. Davranışlarını kontrolümüz altına alabilmek için en güçlü silah olan, korkutmayı ve tehditleri kullanıyoruz maalesef. Oysaki çocuğumuza dışarıdan birisi bunu yapsa kıyameti koprarıtırız:
‘’Ağlarsan doktor amca iğne yapar, yemek yemezsen iğne yaptırırım, istediğimi yapmazsan seni sevmem, etrafı dağıtırsan teyze kızar, ödevlerini yapmazsan öğretmen kızar, sınıfta arkadaşlarının yanında rezil olursun, senin yüzünden sürekli babanla /annenle kavga ediyoruz vs. Çok bildiğimiz, hoşlanmadığımız, yapmaktan da kendimizi alamadığımız konuşmalardan bazıları… Bu ve benzer konuşmalara maruz kalmış çocukların nasıl bir kaygı hali yaşayacaklarını tahmin etmek çok da zor değil.
Bireyin çevresi ile ilişkilerinin bozulmasına potansiyelini tam olarak gerçekleştirmesine engel olan kaygı, kökenini bireyin çocukluk yaşantılarından alır. Çocuklukta aşırı reddedici, küçük düşürücü tutumlar; ergenlik döneminde diğer yetişkinlerin alaycı tutumları; ceza verirken ebeveynlerin cezaya eşlik eden itici davranışları; çocuğun altını kirletme ve cinsel oyunlarının tepkiyle karşılanması; ebeveynlerin birbirine karşıt düşen istekleri; ana baba arasında boşandıktan sonra bile de vam eden çekişmeleri; çocuğun ilk toplumsallaşma deneyiminde karşılaştığı güçlükler; arkadaş ilişkilerinde karşılaştığı itici ve küçük düşürücü davranışlar kaygının oluşumuna neden olabilir (Geçtan, 1984)(**)
Hep bir şeyleri yaptığında veya yapmadığında olumsuz telkinlere maruz kalan çocuklar, kendisi de dahil kimseye güvenmemeyi, sevmeyi ve sevilmeyi bir koşula bağlamayı, kendi isteklerinin değil de karşı tarafın isteklerinin önemli olduğunu ve kaybetmemek için mutlaka karşı tarafın isteklerinin olması gerektiğini benimserler. Haliyle kendilerini değersizleştiren ve mutsuzlaştıran bir yola sürüklenirler.
Kendi başına karar veremeyen veya aldığı kararlarını sürekli sorgulayan bireyler olmaları işten bile değil.
Bununla birlikte çocuğunu parka götürüp de üstü başı eli ayağı kirlenecek diye sürekli uyaranlar, düşeceksin dikkat et, diye sürekli telkinler çocukların doğal içgüdüsü olan merak deneme ve yanılma deneyimlerini körelterek, onların hayat tecrübelerini sınırlandıran davranışlardır. Oysaki hayattan kendi davranışları sonucunda bir ders çıkarabilmek, akıl yürütebilmek çocukların zihinsel yeterlilikleri, hızlı karar verme mekanizmaları, öz güvenleri, hata yapmanın da normalliğini kavrayabilmeleri açısından çok kıymetlidir.
Oysaki ebeveynler olarak şunu bilmeliyiz ki çocuklarımızın sahibi ve yöneticisi değiliz. Onlar bizim gelecekle ilgili hayallerimiizin mimari olmak zorunda değiller ve bizim istediğimiz insan kalıbına girmek zorunda hiç değiller.
Çocuklarımızın; üzüntü, korku, sevinç, öfke gibi duygularını tanımalarına ve hissetmelerine yardımcı olmalıyız. Onların duygusal okuryazar bireyler olmalarına yardımcı olmalıyız. Yani çocuklarımızın duygularını anlamalarına ve anlatmalarına uygun ortamlar sunmalıyız ve en önemlisi de doğru model olmalıyız.
Onların tüm duygularına empati göstermeli ve kendi bakış açımızdan çıkarak; onların zemininden var olan duruma bakarak hissettiklerini anlamalıyız. Onların duygularına karşılık gelen duygularla karşılık verebilmeli ve Erskine ’ geçebilmeliyiz (Erskine, Moursund, nin belirttiği gibi empatinin ötesine Trautmann, 1999). Çocuk üzüldüğünde şefkat göstermeliyiz; kızdığında öfkesini ciddiye almalıyız; korktuğunda güvende hissedebilmesi için alınabilecek önlemler ve bu durumdan korunması konusunda ona rehberlik etmeliyiz. Sevinçli olduğunda birlikte sevinebilmeliyiz (ancak sevincimiz onun sevincini aşmamalı).(***)
Korkular /kaygılar aslında sonradan öğrendiğimiz, hayatımızı büyük oranda şekillendiren duygulardandır. Kurtulup içimizden atamadığımız her korku ileride ciddi kaygılara gebedir.
Çocuklukta gerekli önlemler alınmamış ve yetişkinlikte var olan kaygı bozuklukları için en iyi tedavi yöntemi korku ve kaygılarımızla kademeli olarak yüzleşmektir. Tabii bunun için uzmandan yardım almak önemli bir başlangıç olacaktır.
Korktuğumuz bizi kaygılandıran her ne varsa önümüze döküp bir bir yüzleşerek ve korkularımızı serbest bırakarak kurtulabileceğimizi söyleyebiliriz. Bu kaybetmekten korktuğumuz her şey ve herkes için de geçerli. Daha önce de yazdığım gibi bazen vazgeçmeyi de bilmek gerekli. Bizi üzen inciten korkutan ne varsa, kim varsa…
Korku ve kaygılarından arınma cesareti gösterebilenler: yarınlara güçlü ve sağlam adımlarla yürürler.
En güçlü adımların sahibi ebeveynler olarak cesur ve ne istediğini bilen duygularını tanıyan evlatlarla, mutlu yarınlar inşa edebilmek dileğiyle…
(*),(**),(***):Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi (ASEAD) Eurasian Journal of Researches in Social and Economics (EJRSE) ISSN:2148-9963 www.asead.com ASEAD CİLT 6 SAYI 10 Yıl 2019, S 117-135 KORKU, KAYGI VE KAYGI (ANKSİYETE) BOZUKLUKLARI Dr. Öğr. Üyesi, CIIP Muzaffer ŞAHİN