scale up vize
Zeynep Dere/ÇOCUK GELİŞİMİ VE EĞİTİMİ UZMANI, AİLE DANIŞMANI
Köşe Yazarı
Zeynep Dere/ÇOCUK GELİŞİMİ VE EĞİTİMİ UZMANI, AİLE DANIŞMANI
 

Tüketim çılgınlığı

Bizim zamanımızda diye başlayan cümleler çoğu zaman itici gelse de bu yazımda birazcık geçmişe yolculuk yapmak istiyorum. Benim yaşımda olanlar ve önceki nesiller hatırlayacaktır. Çorabımızın ucu delinse dikilirdi, pantolonların dizi ile kazakların dirsek kısmı yıpranınca yamanırdı ve giyilirdi. Eskiyen kıyafetler ise minder, yolluk, yatak örtüsü vb. dokunarak değerlendirilirdi. Büyüyenin kıyafeti ise arkasından gelen küçüklere merhem olurdu. Öyle odalar dolusu oyuncaklar olmazdı. Çamurla, tahtadan oyuncaklarla, bilyelerle, gazoz kapaklarıyla uçsuz bucaksız oyun deryasının içinde yüzerken zamanın nasıl geçtiğini kimse anlamazdı. Ekmekler zaten artıp bayatlamaya fırsat bulamazdı. Yemekler çeşit çeşit yapılıp artanı çöpe dökülmezdi. Bir kısmı komşuya ikram edilirdi. Artıklarından ise (çoğu evde ya da komşuda mutlaka birkaç tavuğu, kedisi, köpeği, koyunu keçisi vs. olan olurdu) hayvanlar faydalanırdı. Bugün baktığımızda hızla artan ve israf boyutunda olan abartılı düğünler, nişanlar, kız istemeler, doğum günleri, bebek partileri, 6. ay (yarım yaş) partileri, diş partileri, mezuniyet törenleri öğrencilerin tez savunma partileri ile karşılaşmaktayız. Hayatı ve olayları bu kadar abartmayı, metalara büyük anlamlar yüklemeyi hangi ara öğrendik acaba, diye sorgulamadan edemiyor insan. Hangi ara nesnelerin ve tüketmenin bu kadar kölesi olduk da israfı hanelerimizin baş köşesine oturttuk, paylaşmayı kapı dışarı ettik? Sonuçta herkes aynı yerden geldi ve dönüş yine aynı yere değil mi? Yaradılış gayemiz bir değil mi? Anlamını yitirmiş kelimeler misali içinde kurulacak cümle arayışıyla savrulmak değildir de nedir bu gidişat? Ama o aranan anlam asla bu şekilde bulunamayacak, bilesiniz. Çünkü yaradılış gayesini unutan ve anlamı maddede arayanların boşluklarını maddeyle doldurmaya çalışması kaçınılmazdır. Bu boşlukları maddelerin dolduramayacağı da değişmez bir gerçektir. Tüketmek insanın yaşamını devam ettirebilmesi için zaruridir. Lakin neyi ne kadar tüketeceğini bilerek davranmak önemlidir. Tüketilen şeylere “Parasını verdim, aldım. İstediğim şekilde kullanırım.” düşüncesinden ziyade onun bir rızık olduğunu düşünerek kıymetine anlam yüklemeyi de unutmamak gerekir. Alınan her şey artık rızık değil de gösteriş aracı olarak anlam bulmuş şekilde ne yazık ki. Yaşadığımız yüzyılda kapitalist düzenin kitle iletişim araçlarıyla dünyanın her yerindeki insanları etkileyerek sürekli tüketmeye yönlendirdiğini görmek çok da zor değil. Reklamlarla, moda adı altında çeşitli semboller ve imajlarla insanların bilinçaltı yönetilerek tüketme arzusu ve hırsı güçlü bir şekilde perçinlenmektedir. Yine alışveriş merkezlerinde sunulan çok çeşitli olanaklarla insanların hem hafta sonunu hem boş zamanlarını değerlendirirken, tüketimin gerçek ihtiyaçtan ziyade haz ve eğlenceli bir eylem olarak gerçekleşmesine davetiye çıkartılmaktadır. Bu konuyu farklı bir açıdan değerlendiren Veblen, tüketimin yalnız biyolojik ihtiyaçlar için değil, gösteriş, etiket kazanmak için olduğuna dikkat çekmektedir. Çalışmayan sınıf için kullandığı bu teorisini “Aylak Sınıfı Teorisi” olarak adlandırmış ve “Çalışmayan kesim, sırf başkalarına gösteriş olsun diye giyim-kuşam, eğlence vb. her şeyin en pahalısını tüketir. Nesneleri müsrifçe tüketerek bunu imtiyaz ve ayrıcalığın simgesi olarak görürler. Evleri, iş yerleri, eşleri, kız çocuklarını da bu güçlerini sergileyecek araç olarak kullanırlar” şeklinde tanımlamıştır. Veblen’in yüzyıllar önce yaptığı bu tespitleri günümüzde birçok toplumda gözlemlemek mümkün. İnsanoğlu, ihtiyaçlarını gidermek için çalışmaktan, istekleri uğruna çalışmaya doğru evrilmiş bir durumda maalesef. Tüketim bir sosyal statü olmuş durumda ve insanlar tükettikleri kadar var olma çabasındalar. Bu da daha fazla tüketimin yanı sıra dört bir yanı nesnelerle donanmış ama içleri bom boş ruhların nesneler arasında anlamını ararken kaybolması demektir. Konuyu ebeveyn çocuk ilişkisi bağlamında devam ettirmek istiyorum. Ebeveynler, çocukların dünyaya gelmesiyle birlikte doğal olarak bütün imkânlarını seferber ederler. Böyle de olmalı zaten. Fakat bazen dozunu kaçırıp dünyayı adeta çocuklarının ayaklarının altına seriyorlar ki, “Ben yapamadım o yapsın, ben göremedim o görsün, ben giyemedim o giysin.” diyerek de kendilerini ve bu müsrifliği savunuyorlar. Tabii ki bir anne ve babanın böyle düşünmesi çok normal, ama bütün bunları yaparken –abartmadan- ihtiyaçlara odaklanılmalıdır. Çocuğun odası, kıyafeti, ne yediği, ne içtiği sadece o aileyi bağlar ve kimsenin bunları bilmesine, görmesine gerek yok. Bunları gösteriş unsuru veya kaliteli yaşam sunma unsuru olarak sergilemek ise tam olarak sorunun başladığı yerdir. Bununla birlikte her ikisi de çalışan ebeveynlerin çoğunlukla çocuklarıyla az zaman geçirmelerinden kaynaklı olarak yaşadıkları duyguların (çocuklarıyla az ilgilendikleri, onlara yetemedikleri vs.) verdiği vicdan azabıyla olsa gerek, çocuklarının dört bir yanını maddesel hediyelerle, nesnelerle doldurduklarına şahitlik edebiliyoruz. Oysaki birlikte yapılan yürüyüşün bir küçük sohbetin, bir içten sarılıp okşamanın ve seni çok özledim demenin en pahalı hediyelerden daha çok mutluluk vereceği aşikârdır. Yine çocukların erken yaşlarda kitle iletişim araçlarıyla iç içe olmasıyla birlikte, metalar onların zihinlerini de kontrol etmektedir ve küçük yaşlardan itibaren çocuklarda da sürekli tüketim arzusu, marka takıntısı vs. görülmektedir. Burada ebeveynler olarak tabii ki öncelikle çocuklara kitle iletişim araçlarıyla ilgili süre sınırlandırması yapılmalıdır. Çocuklar, her istediklerini almak yerine gerçekten ihtiyaç olanların alınması gerekliliği konusunda bilinçlendirilmelidir. Ebeveynler olarak da bu bilinçle hareket edilmeli ve rol model olunmalıdır. Yine israf konusu, paylaşmak konusu çocuklara anlatılmalı ve örnek davranışlarla pekiştirilmelidir. Ailecek her konuda tasarruf edilmesi de önemlidir. Zamanı verimli kullanma, elektrik kullanımı, su tüketimi, parayı doğru kullanma ve birikim yapmak gibi. Sıklıkla rastlanılan diğer bir durum ise çocuklar önce küçükler diye, sonra okulda ve kursta çok yoruluyorlar diye, sonra sınavları var diye adeta odalarından çıkmadan yaşıyorlar. Onlara hizmeti borç bilen ve sürekli etrafında pervane olan her istediğini alan, ama çocuğunun elinden bir bardak su içmek nasip olmamış nice ebeveynler var. Sadece veren, ama hiç alamayan ebeveynler… Eee evde ebeveynlerinden hep karşılıksız alan birey tabii ki hayatında vermek gibi bir davranışı bilmeyecektir. Hep maddesel ödül ve hediyelerle donatılan ruhlar elbette ki mutluluğu maddesel olan şeylerde arayacaklardır (asla bulamayacaklarını bilmeden). Aldıkça doymayan ve daha fazla almanın mutluluğun sırrı olduğunu düşünenler dünyasına hoş geldiniz o halde. Burada arzu, istek ve hazza ulaşmanın ölçüsü yok ancak formülü de hep daha çok. Oysaki çocukları ailenin bir parçası olduğu gerçeğiyle tanıştırmak ve onlara da sorumluluklar vermek onun aidiyet duygusunu pekiştirirken, kendine, ben ailem için ne yapabilirim, sorusunu sormasının yolunu açacaktır. Çocukların bir şeyleri emek vererek, çaba göstererek, sabır ederek elde etmeleri inanın çok kıymetli bir yaşam tecrübesidir. Hayatta her daim alma-verme dengesi vardır. Bu üretme tüketme içinde geçerlidir. Hep veren/üreten ya da hep alan/tüketen olmak özünde kimseyi mutlu etmez sadece o anlık kısa mutluluklar verir. Kaldı ki üretim olmadan sadece tüketim olan toplumlar mutsuz bireylere ev sahipliği yapmaya mahkûmdur. Ruhunu tüketmenin büyüsünden kurtarmış, gerçek mutluluğa erişmiş, sorumluluk bilinciyle elini taşın altına koyabilen nesiller yetiştirmek dileğiyle… HAFTANIN ÖNERİSİ: Bu hafta çocuklarınızla oturun veya kendiniz bir öz eleştiri yapmak için bir köşeye çekilin. Son bir ayda gerçekten ihtiyacınız olmayıp da aldığınız şeyler varsa gözden geçirin. Bundan sonraki süreçte ise “Buna gerçekten ihtiyacım var mı?” sorusunun cevabına göre alışveriş yapmaya özen gösterebilirsiniz.
Ekleme Tarihi: 14 Ağustos 2023 - Pazartesi
Zeynep Dere/ÇOCUK GELİŞİMİ VE EĞİTİMİ UZMANI, AİLE DANIŞMANI

Tüketim çılgınlığı

Bizim zamanımızda diye başlayan cümleler çoğu zaman itici gelse de bu yazımda birazcık geçmişe yolculuk yapmak istiyorum. Benim yaşımda olanlar ve önceki nesiller hatırlayacaktır. Çorabımızın ucu delinse dikilirdi, pantolonların dizi ile kazakların dirsek kısmı yıpranınca yamanırdı ve giyilirdi. Eskiyen kıyafetler ise minder, yolluk, yatak örtüsü vb. dokunarak değerlendirilirdi. Büyüyenin kıyafeti ise arkasından gelen küçüklere merhem olurdu. Öyle odalar dolusu oyuncaklar olmazdı. Çamurla, tahtadan oyuncaklarla, bilyelerle, gazoz kapaklarıyla uçsuz bucaksız oyun deryasının içinde yüzerken zamanın nasıl geçtiğini kimse anlamazdı. Ekmekler zaten artıp bayatlamaya fırsat bulamazdı. Yemekler çeşit çeşit yapılıp artanı çöpe dökülmezdi. Bir kısmı komşuya ikram edilirdi. Artıklarından ise (çoğu evde ya da komşuda mutlaka birkaç tavuğu, kedisi, köpeği, koyunu keçisi vs. olan olurdu) hayvanlar faydalanırdı. Bugün baktığımızda hızla artan ve israf boyutunda olan abartılı düğünler, nişanlar, kız istemeler, doğum günleri, bebek partileri, 6. ay (yarım yaş) partileri, diş partileri, mezuniyet törenleri öğrencilerin tez savunma partileri ile karşılaşmaktayız. Hayatı ve olayları bu kadar abartmayı, metalara büyük anlamlar yüklemeyi hangi ara öğrendik acaba, diye sorgulamadan edemiyor insan. Hangi ara nesnelerin ve tüketmenin bu kadar kölesi olduk da israfı hanelerimizin baş köşesine oturttuk, paylaşmayı kapı dışarı ettik? Sonuçta herkes aynı yerden geldi ve dönüş yine aynı yere değil mi? Yaradılış gayemiz bir değil mi? Anlamını yitirmiş kelimeler misali içinde kurulacak cümle arayışıyla savrulmak değildir de nedir bu gidişat? Ama o aranan anlam asla bu şekilde bulunamayacak, bilesiniz. Çünkü yaradılış gayesini unutan ve anlamı maddede arayanların boşluklarını maddeyle doldurmaya çalışması kaçınılmazdır. Bu boşlukları maddelerin dolduramayacağı da değişmez bir gerçektir. Tüketmek insanın yaşamını devam ettirebilmesi için zaruridir. Lakin neyi ne kadar tüketeceğini bilerek davranmak önemlidir. Tüketilen şeylere “Parasını verdim, aldım. İstediğim şekilde kullanırım.” düşüncesinden ziyade onun bir rızık olduğunu düşünerek kıymetine anlam yüklemeyi de unutmamak gerekir. Alınan her şey artık rızık değil de gösteriş aracı olarak anlam bulmuş şekilde ne yazık ki. Yaşadığımız yüzyılda kapitalist düzenin kitle iletişim araçlarıyla dünyanın her yerindeki insanları etkileyerek sürekli tüketmeye yönlendirdiğini görmek çok da zor değil. Reklamlarla, moda adı altında çeşitli semboller ve imajlarla insanların bilinçaltı yönetilerek tüketme arzusu ve hırsı güçlü bir şekilde perçinlenmektedir. Yine alışveriş merkezlerinde sunulan çok çeşitli olanaklarla insanların hem hafta sonunu hem boş zamanlarını değerlendirirken, tüketimin gerçek ihtiyaçtan ziyade haz ve eğlenceli bir eylem olarak gerçekleşmesine davetiye çıkartılmaktadır. Bu konuyu farklı bir açıdan değerlendiren Veblen, tüketimin yalnız biyolojik ihtiyaçlar için değil, gösteriş, etiket kazanmak için olduğuna dikkat çekmektedir. Çalışmayan sınıf için kullandığı bu teorisini “Aylak Sınıfı Teorisi” olarak adlandırmış ve “Çalışmayan kesim, sırf başkalarına gösteriş olsun diye giyim-kuşam, eğlence vb. her şeyin en pahalısını tüketir. Nesneleri müsrifçe tüketerek bunu imtiyaz ve ayrıcalığın simgesi olarak görürler. Evleri, iş yerleri, eşleri, kız çocuklarını da bu güçlerini sergileyecek araç olarak kullanırlar” şeklinde tanımlamıştır. Veblen’in yüzyıllar önce yaptığı bu tespitleri günümüzde birçok toplumda gözlemlemek mümkün. İnsanoğlu, ihtiyaçlarını gidermek için çalışmaktan, istekleri uğruna çalışmaya doğru evrilmiş bir durumda maalesef. Tüketim bir sosyal statü olmuş durumda ve insanlar tükettikleri kadar var olma çabasındalar. Bu da daha fazla tüketimin yanı sıra dört bir yanı nesnelerle donanmış ama içleri bom boş ruhların nesneler arasında anlamını ararken kaybolması demektir. Konuyu ebeveyn çocuk ilişkisi bağlamında devam ettirmek istiyorum. Ebeveynler, çocukların dünyaya gelmesiyle birlikte doğal olarak bütün imkânlarını seferber ederler. Böyle de olmalı zaten. Fakat bazen dozunu kaçırıp dünyayı adeta çocuklarının ayaklarının altına seriyorlar ki, “Ben yapamadım o yapsın, ben göremedim o görsün, ben giyemedim o giysin.” diyerek de kendilerini ve bu müsrifliği savunuyorlar. Tabii ki bir anne ve babanın böyle düşünmesi çok normal, ama bütün bunları yaparken –abartmadan- ihtiyaçlara odaklanılmalıdır. Çocuğun odası, kıyafeti, ne yediği, ne içtiği sadece o aileyi bağlar ve kimsenin bunları bilmesine, görmesine gerek yok. Bunları gösteriş unsuru veya kaliteli yaşam sunma unsuru olarak sergilemek ise tam olarak sorunun başladığı yerdir. Bununla birlikte her ikisi de çalışan ebeveynlerin çoğunlukla çocuklarıyla az zaman geçirmelerinden kaynaklı olarak yaşadıkları duyguların (çocuklarıyla az ilgilendikleri, onlara yetemedikleri vs.) verdiği vicdan azabıyla olsa gerek, çocuklarının dört bir yanını maddesel hediyelerle, nesnelerle doldurduklarına şahitlik edebiliyoruz. Oysaki birlikte yapılan yürüyüşün bir küçük sohbetin, bir içten sarılıp okşamanın ve seni çok özledim demenin en pahalı hediyelerden daha çok mutluluk vereceği aşikârdır. Yine çocukların erken yaşlarda kitle iletişim araçlarıyla iç içe olmasıyla birlikte, metalar onların zihinlerini de kontrol etmektedir ve küçük yaşlardan itibaren çocuklarda da sürekli tüketim arzusu, marka takıntısı vs. görülmektedir. Burada ebeveynler olarak tabii ki öncelikle çocuklara kitle iletişim araçlarıyla ilgili süre sınırlandırması yapılmalıdır. Çocuklar, her istediklerini almak yerine gerçekten ihtiyaç olanların alınması gerekliliği konusunda bilinçlendirilmelidir. Ebeveynler olarak da bu bilinçle hareket edilmeli ve rol model olunmalıdır. Yine israf konusu, paylaşmak konusu çocuklara anlatılmalı ve örnek davranışlarla pekiştirilmelidir. Ailecek her konuda tasarruf edilmesi de önemlidir. Zamanı verimli kullanma, elektrik kullanımı, su tüketimi, parayı doğru kullanma ve birikim yapmak gibi. Sıklıkla rastlanılan diğer bir durum ise çocuklar önce küçükler diye, sonra okulda ve kursta çok yoruluyorlar diye, sonra sınavları var diye adeta odalarından çıkmadan yaşıyorlar. Onlara hizmeti borç bilen ve sürekli etrafında pervane olan her istediğini alan, ama çocuğunun elinden bir bardak su içmek nasip olmamış nice ebeveynler var. Sadece veren, ama hiç alamayan ebeveynler… Eee evde ebeveynlerinden hep karşılıksız alan birey tabii ki hayatında vermek gibi bir davranışı bilmeyecektir. Hep maddesel ödül ve hediyelerle donatılan ruhlar elbette ki mutluluğu maddesel olan şeylerde arayacaklardır (asla bulamayacaklarını bilmeden). Aldıkça doymayan ve daha fazla almanın mutluluğun sırrı olduğunu düşünenler dünyasına hoş geldiniz o halde. Burada arzu, istek ve hazza ulaşmanın ölçüsü yok ancak formülü de hep daha çok. Oysaki çocukları ailenin bir parçası olduğu gerçeğiyle tanıştırmak ve onlara da sorumluluklar vermek onun aidiyet duygusunu pekiştirirken, kendine, ben ailem için ne yapabilirim, sorusunu sormasının yolunu açacaktır. Çocukların bir şeyleri emek vererek, çaba göstererek, sabır ederek elde etmeleri inanın çok kıymetli bir yaşam tecrübesidir. Hayatta her daim alma-verme dengesi vardır. Bu üretme tüketme içinde geçerlidir. Hep veren/üreten ya da hep alan/tüketen olmak özünde kimseyi mutlu etmez sadece o anlık kısa mutluluklar verir. Kaldı ki üretim olmadan sadece tüketim olan toplumlar mutsuz bireylere ev sahipliği yapmaya mahkûmdur. Ruhunu tüketmenin büyüsünden kurtarmış, gerçek mutluluğa erişmiş, sorumluluk bilinciyle elini taşın altına koyabilen nesiller yetiştirmek dileğiyle… HAFTANIN ÖNERİSİ: Bu hafta çocuklarınızla oturun veya kendiniz bir öz eleştiri yapmak için bir köşeye çekilin. Son bir ayda gerçekten ihtiyacınız olmayıp da aldığınız şeyler varsa gözden geçirin. Bundan sonraki süreçte ise “Buna gerçekten ihtiyacım var mı?” sorusunun cevabına göre alışveriş yapmaya özen gösterebilirsiniz.
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve turkishpress.co.uk sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.